6 Mayıs 2009 Çarşamba

SÖMÜRÜ DÜZENİNDE İŞÇİLER




Hüseyin Habip Taşkın

habibtaskin@gmail.com

İşten atılmalar her gün ülkemizin farklı yerleşim bölgelerinde yaşanıyor. Olayların gelişmesini ülkemizde insanların çoğunluğu bir seyirci olarak izlemeye devam ediyor. İşten atılmalar kriz bahanesiyle yapılsa da işin gerçeğini yansıtmıyor. Gerçek olan şudur sermaye paraya doymuyor. Az işçi ile çok iş ve birçok işyeri asgari ücret işçisine ödüyor. Sekiz saatlik çalışan işyeri kalmadı sayılır, çoğunlukla işyerleri on iki saate ya da ona yakın çalıştırıyor.

On iki eylül askeri faşist cuntasıyla işçi hakları da gasp edildi. İşçi örgütlenmesine darbe vurulurken sermaye cephesi cunta döneminde bile sömürü ağlarını emekçilerin, işçilerin ve yoksul halkların üzerinden hiç eksik etmedi. Yaşamın farklı yüzleri emekçilerin önüne engel olarak çıktı. Özelleştirme ANAP iktidarı döneminde Özal ile hız kazandı. O dönemde Özal’ın dediği gibi: “her evde bir milyoner olacak” sözleriyle paramız pul olurken, kazığı yiyende emekçi cephesiydi. Özelleştirme, günümüzde emekçi işçilerin, yoksul halkların üzerinde haksız olarak yük olmaktan öteye gitmedi.

Adapazarı’ndaki Sakarya Yenikent Hastanesi’nde son bir ayda 1500 emekçi işçinin işine son verildiğini öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Çünkü bende İzmir 9 Eylül Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde mutfak bölümünde taşeron firmanın asgari ücretli bir elemanıydım. Kısacası kölesiydim. Neyse asıl konumuzu işlerken bende sizlerle anımı yazarken o günleri bir kez daha anmış olurum.

Adapazarı’ndaki işçi kıyımında işten çıkartmalar için bir kılıf icat edilmiş! Kim tarafından hastane yöneticileri tarafından ve bu insanlar okumuş, yeri geldi mi kendilerine “aydınız” diye bir etiket takarlar. İşten çıkartılacakları işçileri sınava tabii tutuyorlarmış ve sınavı başarıyla bitiremeyenleri işten atıveriyorlarmış. Böylelikle 26 kişinin işine son verilivermiş. İşten ayrılanların bazıları gözyaşlarını tutamamış. Önümüzdeki günler içinde bir sınav yapılacak 29 kişinin işine son vereceklermiş. İşsizler ordusuna yenileri katılacak ve işsizler durmadan çığ gibi çoğalıyorlar.

Üsteki yazı için bir hatırlatma yapayım; şimdilik torpilliler kalıyor. Gidecek olanlar önceden belirlenmiştir. Hiç kimseyi kandırmaya gerek yoktur. Kriz bahane olmakla birlikte rantlar sermaye için şahane…

İki yıl önce hastane işe 65 emekçi işçiyi sözleşmeli olarak alıyor. Bu yılda hastane yönetimi bu sayıyı 39 kişi olmasına karar veriyor.

Bir açıklama yaparak bu konuya aydınlık getireyim; 65 işçi işe girerken torpil aramıştır. Şeflerden, doktorlardan, belediye başkanından, encümen azalarından, muhtarlardan, partililerin ileri gelenlerinden saymakla bitmiyor. Türkiye’de işsizler ordusunu yaratanlar bu işi bilinçlice yapmıştır. Hastanenin taşeron firmasına müracaat edenlerin sayısı binleri geçmektedir. Cinsiyet fark etmiyor. Birileri gidiyor ve birileri de geliyor. Çark işverenden yana dönüyor.

Hastane yönetimi bir açıklama yaparak kafaları bulandırma yöntemine gitmiştir. “işe girişlerde torpili önlemek için”miş miş miş. Yalan söylüyorsunuz. Emekçilerin alın terlerini daha çok akıtarak rant nasıl elde edilirin hesabını yapıyorsunuz. Sizler sermaye cephesindesiniz. Bizde emekçilerin cephesindeyiz. Elbette bakış açılarımız farklı olacaktır.

Hastanelerin taşeronları o hastanedeki yönetimi oluşturan doktorların oluşturduğu ya da yakın olan şahısların oluşturmuş olduğu firmadır. İhaleler göstermeliktir.

Sizlere 1998’de İzmir 9 Eylül Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde işe başlayıp 09 / 07 / 2002 yılları arasında olan hastane içi olayları kısaca aktarmaya çalışacağım ve aradaki benzerlikleri birlikte göreceğiz; İlk işe başladığım zamanlar duraklara asılan el ilanlarıyla ya da yerel gazeteye verilen ilan ile işçi aranırdı. Biz temizlik işçileri hastanenin Vakfına bağlıydık. Sekiz saat işgünü ile asgari ücret aylığıyla çalışırken, haftada bir gün dinlenme hakkımız vardı. Bayram tatillerinin hepsini kullanamıyorduk. Çünkü memur ile işçi statüsüne bağlı değildik.

Eski mutfakta bana şef ustam aracılığıyla söylenen; “sen burayı boydan boya temiz tutacaksın. Tuvaletlerin temizliği sana ait olmakla birlikte soyunma odaların temizliğini de sen yapacaksın. Ocakların üst temizliğini de yapacaksın. Ustaların yemek hazırladıkları yerlerde oluşan çöplerin toplanmasını da yapacaksın.”

Birkaç ay eski mutfakta çalıştım. Sonra yeni binada yapılan mutfak bölümünde diyet bölümünde çalışmamı sürdürdüm. Benim bölümümde sözleşmeli işçi ben ve tencereleri yıkayan bir arkadaşım vardı. Haftanın bir gününde ve bayramlarda bulaşığa ben girerdim. Yeni bölümde sabah kahvaltısının hazırlanıp on çayında ustalarla birlikte yer içerdik. Sabah ilk işim genişçe olan ara koridor ile soyunma odalarının temizliği paspası bana aitti. Tuvaletlerin temizliğini de bana yıkmışlardı.

İlerleyen süreçlerde sözleşmeli aşçı aldıklarında onlarında asgari ücretli ve taşeron firmaya bağlı olduğunu öğrendiğimde burada sendikal mücadelenin başlamasının iyi olacağını düşündüm. Yemekhanede taşerona bağlı işçilerle sohbetler ederken, her ay on beş işçinin işten atıldığını duyduğumuzda ve bunu öğrenmek için taşeron firmanın şeflerine sorduğumuzda; “onlar işlerini iyi yapamıyorlar” diye yanıt alırdık.

İşten atılmalar her gün olmaya başlayınca ben işi sıkı tutmaya başladım ve benim dışımda dört kişinin de sendikal örgütlenme içinde olduklarını öğrendim. Zaman içinde birbirimizi tanıdık. Belirli zamanlarda nasıl neleri yapabilirizi tartıştık!

Yeni mutfak bittiğinde temizliğe kalıp paralarımızın ödeneceği söylendi. Aylar sonra tartışmalar sonucunda paralarımızı aldık. Yemek molası vermediğimiz için çalışma saatimiz dokuz saat olduğu için itiraz ederek saat üç de iş paydosu hakkımızı aldık. Bir itirazımızda mutfakta çalışıyorsak imzalarımızı işe giriş ve paydosları burada atacağız diye direttik ve hakkımızı aldık.

Müdür yardımcılarını ve sorumlumuz diyetseni, bir konuşma sırasında mutfak çalışanıysak maaşımızın iyeleşmesi için talepte bulunduk ve kabul edildi. İlerleyen günlerde pratiğe geçmedi. Bizler sorunca; “Böyle bir sözün verilmediği” bizlere söylendi. Mutfakta göze batanlar diğer bölümlere sürülmeye başlandı.

Bana sırasıyla büyük buzdolaplarının temizliği ve yiyeceklerin, yoğurtların dışarıya çıkartılması görevi verildi. Birkaç gün sonrada saat12.00 ile 13.00 arası yemek dağıtımında paletlere yemek arabalarının koyulması ve boşlarının asansörle aşağıya gönderilmesi görevi de yüklendi. İsyan etsen de açıktan denilmese de işine gelirse denilmekteydi.

İşten çıkarmaların sayısı her geçen gün kabardıkça kabarıyordu. Bir ay 45 iki ay sonra 50 kişinin işine son verildi. Bizler gazetelere bu olanları haber yaptık. Bir yerel televizyon kanalında atılan bir arkadaşın ailesiyle röportaj yapılması sağlandı. Yetersizliğimizden gerisini getiremedik.

Özelleştirmeler hızlandıkça işçi çıkarmalar hızlandı. Hastanenin taşeron firmasına müracaat eden sayının bine dayandığını emin ağızlardan duyunca ülkemizdeki gidişin biz işçiler için hiç iç açıcı olmadığını konuşmalarımızda dile getirdik.

Oysa üst kademedeki doktorların hastane içinde özel muayene yerleri vardı. Hasta başına döner sermayeden para alırlardı. Hastanenin söylemlerinde ve doğruluğunda ameliyata giren bir hastadan bıçak parası dolaylı şekilde alınır ya da istenirdi.

Hastaların yattığı yerlerde personel azlığı göze çarpmaktadır. Temizlik elemanları da bulundukları yerde yetersiz sayıda hizmet vermektedir. Yapılan işler beğenilmez. Şefler, emekçi işçi arkadaşlarını durmadan sıkıştırırlar. Fakat yinede şeflerden atılanlar olmaktadır.

Sözleşmeli hemşire, doktor ucuz işgücüyle piyasada çoğalmaya başladı. Sistem devamlı kendinden yana yasalarını çıkarmaya devam etmektedir.

Vakıflar iş yapamaz kanunu çıkınca doktorların oluşturduğu bir taşeron firma kuruldu. İhaleler hep formaliteydi. Hep kazanan doktorlardı. Çünkü rant büyüktü ve “bu pasta dışarıya kaçmaz” diye düşündüler.

Sendikal örgütlenme hızlanınca idarenin biz emekçi işçilere karşı öfkesi arttı. Gelişi güzel işçi çıkarmalar başladı. Başımızda bulunan müdür sıfatlı şahıs birçok işçi kıyımında imzası vardı. En üzücü olanı da temizlik şirketinde şef olarak çalışan yoksul aile çocukları da her işçi çıkarışlarında imzaları bulunmaktaydı.

Döner sermayeden yüklüce para alanlar vardı bizler. Asgari ücrete talim edenler grubundaydık. Her yıl çıkışlarımız verilirdi. Sosyal haklarımız açıktan gasp edilirdi. Kâğıtta yazılanlar bizlerin okuması yasaktı ve onun altına imzayı bile bile öfke içinde atardık.

İlaç firmasının satıcıları gelirdi. Gençlerden oluşan grup da kız olanlar erkek doktorlara, erkekleri ise kadın doktorlara girerlerdi. Hastanenin eczanesinde satılan ucuz ilaç doktorla ilaç satıcısının arasında yapılan anlaşma gereğince satılmazken aynı ilacın işlevini gören başka bir ilaç dışarıdaki eczanelerde iki belki üç katına satılırdı. Sanırım 2000 yılında bir milyarlık ilaç çöp tenekesini boyladı. Bu gidişin hiçbir hesabı sorulmadı. Oysa biz çok kez bu olayı dile getirmiştik.

İlaç firmasıyla doktorlar arasında anlaşma yapılırdı. Bunu bilmeyenimiz yoktu. Her limit dolumun da bilgisayar, yurt dışı tatiller ve benzeri şeyler hediye altında verilirdi. Duman tütmesine tütüyor ama onu sorgulayacak yerde pek temiz sayılmaz.

Diyetsenim beni bir gün yanına çağırdı. Bana üç soru yöneltti; 1. Sendika çalışması yapıyor musun? Ben ise inkâr ettim. 2. PKK propagandası yapıyormuşsun? Bu soruyu hiç mi hiç beklemiyordum. Dedim ki, senin tüyoların iyi yerden değil yüzleşmek istiyorum. Eşim Kürt’tür. Bende Çayeli’nin Hemşinlilerindenim. Kürt halkıyla benim bir sorunum olamaz. Sende Kafkas kökenlisin unutma! 3. Biz hemşeriyiz bana hiç yardımcı olmuyorsun? Benim yerim işçilerin yeridir hocam.

Araştırmalar sonucunda beni yaralayan kişinin aynı işyerinde çalıştığım bulaşık yıkayan ve güvenilir diyerek söyleyen akrabası sayesinde işte kalmasını sağlayan bana yaptığı en büyük ayıp.

Ona bir sanat dergisine şiirlerimi ve yazılarımı yolladığımı ve sendikal örgütlenmede yer aldığımı kendisinin de bize katılmasını söylemiştim.

Düşünce suçundan 09 / 07 / 2002’ de tutuklanarak gözaltına alındım. 6 ay 18 gün İzmir Kırıklar 1 Nolu F Tipinde yatıp tutuksuz yargılanmak için serbest bırakıldım. Sendikal mücadeleye destek verirken bir yandan işportacılık yaptım. 200 işçi arkadaşımı kapı önüne koydular. Kendilerine Sosyal Demokrat’ım diyen bir yönetim tarafından.

Bu kişiler Milletvekili olmak için yarışır. Beklide belediye başkanı olmak için çırpınır. Emekçinin dilini bilmeyen bizleri yönetemez. Ağlamak çözüm değildir birleşmek ve örgütlü gücü yakalamalıyız. Bu bizim en demokratik hakkımızdır. Adapazarı’ndaki Sakarya Yenikent Hastanesi’nde işten atılanların asıl nedenlerini biz emekçiler çok iyi biliyoruz. Ayrı yerlerde olabiliriz ama sorunlarımız, umutlarımız birdir. Bir gün gelecek üreten bizler olduğuna göre yönetende bizler olacağız. Bu utancı biz emekçiler yok edeceğiz.

Hiç yorum yok: