12 Şubat 2010 Cuma

Kaçış sınıftan mı, yoksa görevden mi?


Murat Çakır

TEKEL işçilerinin haftalardır süren direnişinin yarattığı moral dalgası, sadece tüm renkleriyle Türkiye sosyalist hareketini sarmakla kalmadı, aynı zamanda Avrupa’daki Türkiye kökenli sosyalistleri de heyecanlandırdı. Almanya’da yapılan dayanışma gösterileri, Almanya DIE LINKE partisi ile Avrupa Solu’nun verdikleri dayanışma mesajları ve çeşitli sol-sosyalist gazete ve internet sayfalarında konuya değinilmesi, TEKEL işçilerinin direnişinin Avrupa’daki etkisini anlatıyor sanırım.

Bu bağlamda Türkiye’deki çeşitli kesimlerin, ki bunu yaygın medyada da kaleme alınan yazılar ve yapılan çağrılardan okuyabiliriz, TEKEL işçilerini sempatiyle karşıladıkları görülüyor. Özellikle sosyalistler arasında TEKEL direnişinin »sınıf perspektifinin« ve »sınıf mücadelesinin« gündeme oturduğu, »yeniden önem kazandığı«na dair yorumlar yapılmakta.

Gerçi sosyalist olduğumdan, »sınıf mücadelesinin« hiç bir zaman önemini yitirmediğine inanıyorum, ama sosyalistlerin bu yorumlarında da ciddî iki sorun görüyorum. Bunu, yazılarını özel bir ilgi ile okuduğum Ertuğrul Kürkçü’nün Bianet sitesinde yayınlanan »Sınıftan Kaçış Bitti« başlıklı yorumu bağlamında açıklamaya çalışayım.

Kürkçü, yorumunda TEKEL direnişinin »meşruiyetini emekçilerin mücadeleleriyle buluşarak yeniden üretmek, varlık nedenini hergün yeniden doğrulamak için çok daha elverişli bir dönemin kapısı açılırken, sosyalist hareket bu dönemin toplumsal mücadelelerine dahil olabileceği kanalları yeniden kurmak, bir politik merkez haline gelmek ve sermaye siyasetlerine karşı bir işçi sınıf siyasetini işçilerin sınıf mücadelesi içinden geçirerek inşa etmek sorumluluğuyla karşı karşıya« olduğunu gösteren »muazzam bir yeniden kuruluş momenti« anlamına geldiğini vurguluyor.

Elbette, toplumsal mücadelelerin yükseldiği dönemlerin sosyalist hareketlerin önüne »muazzam« fırsatlar çıkardığı tespitine katılmamak elde değil. Ancak, bu »muazzam« fırsatların sonuç alıcı olabilmesi için, sosyalist hareketin bu fırsatlar ortaya çıkmadan önce doğru ve radikal konumlanışını sağlamış olması gerekmez mi? Türkiye sosyalist hareketi özelinde, bugüne kadar, bırakın toplumsal etkisini, işçi sınıfı üzerindeki etkisini artıramamış olan bir sosyalist hareket için, örneğin egemen politikanın direnişin belirli bir evresinde U-dönüşü yapıp, TEKEL işçilerinin taleplerini belirli ölçüde karşılaması, nasıl bir momentum etkisi yaratacaktır acaba?
Bu direnişi doğrudan barış ve demokratikleşme mücadelesi ile bağlantılı hâle getirememiş, TEKEL işçilerini ve diğerlerini sokağa döken nedenlerin, yani neoliberal dönüşümün, özelleştirme ve liberalleşmelerin, kirli savaş, vesayet rejimi ve Kürt Sorunu ile birbirini tamamlayan bütünsel bir siyaset olduğunu, kendileri de inanmadıkları için gösteremeyen Türkiye sosyalistleri, talepleri karşılanan emekçileri nasıl daha fazlasını istemek için sokakta kalmaya ikna edebileceklerdir?

Kürkçü’nün yazısında bir diğer sorunlu nokta da, ki bunun Türkiye solu için semptomatik olduğunu düşünüyorum, BDP’ne gönderdiği »çiçeklerdir«. BDP’nin yeni yönetiminin bütünsel bir yaklaşımla toplumsal talepleri siyasetine sokmaya çalıştığını, kapılarını, başta Türkiye sosyalistleri olmak üzere, geniş kesimlere sonuna kadar açtığını ve emek hareketi ile organik bir bağ kurmaya çalıştığını söylemi ve pratiğiyle göstermesine rağmen, Kürkçü »toplumsal taleplerin BDP siyasetinin sistematik bir ögesi halini aldığını söylemek için çok erken« diyor ve bunun BDP’nin ana muhalefet partisi konumu hedefiyle »çok güçlü gerilimler« yaratacağı kehanetinde bulunuyor.

Sevgili Ertuğrul Kürkçü ve onun şahsında ona yakın düşünen sosyalistler kusuruma bakmasınlar ama, gönderdikleri çiçekler fazlasıyla zehirli. Bu yaklaşım fazlasıyla ucuz bir yaklaşım. Türkiye sosyalist hareketi bence Kürtlere akıl vermek yerine, önce kendi görevini yerine getirmelidir: Sınıf mücadelesi içerisinde yer almak, bu mücadeleyi sosyalist hareketin politik merkez haline gelmesi için kullanmak, sosyalist hareketin hiç kimseye devredemeyeceği bir özgörevidir. Ve sınıf mücadelesinin, Anadolu-Mezopotamya halklarının en ivedi sorunu olan barış ve demokratikleşme mücadelesiyle bütünleştirilmesi, en az bunun kadar önemli ve bence sınıf mücadelesinin özü olan bir görevdir.

Tek devlet sınırları içerisinden birbirlerinden farklı iki ülkeyi ve ayrışmalar yaşayan bir toplumu barındıran Türkiye Cumhuriyeti’ndeki en önemli güncel meydan okuma, egemen politikaya karşı geniş toplumsal kesimleri barış, demokratikleşme ve adalet hedefiyle ortak mücadelede buluşturmaktır. Muhakkak ki sosyalistler bu ortak mücadelenin önemli bir bileşeni olacaklardır, ama kendi görevlerini yerine getirdikleri, »beyaz«lıklarını ve gizli ırkçılığı aşabildikleri ölçüde.
Kimse merak etmesin, sınıftan kaçan falan yok. Ama sınıf lafazanlığı ile güncel görevlerinden kaçanlar var.

Hiç yorum yok: