18 Ekim 2009 Pazar

AB İlerleme Raporu'nun söylemedikleri


Murat Çakır
cakir@rosalux.de


'Bazı şeyler vardır, onlarsız sonbahar, sonbahar olmaz. Sararan yaprakların dökülmesi, yağmurlu günler, soğuk geceler ve Türkiye'nin olası AB üyeliği üzerine hararetli tartışmalar. AB Komisyonu ne zaman bu ülke hakkındaki yıllık İlerleme Raporu'nu yayımlasa, CDU ve CSU temsilcileri hemen Ankara ile sürdürülen üyelik görüşmelerinin durdurulmasını talep ederler. İşte dün de böylesi bir gündü.'

Bana kalırsa, perşembe günü Frankfurter Rundschau gazetesindeki başyorumu kaleme alan Thorsten Knuf'un bu sözleri, Avrupa'da Türkiye'nin AB üyeliği konusunda yaygın olan paradigmayı çok güzel özetliyor. Yani her yıl aynı terane.

Türkiye'deki egemen kesimler ve hükümet, çarşamba günü Olli Rehn'in kamuoyuna tanıttığı raporu 'olumlu' ve 'dengeli' diye nitelendirerek, daha çok 'teknik değerlendirmelerin' yer aldığı raporun 'Türkiye'nin AB'ye ne kadar yakınlaştığının, sürecin olgunlaştığının bir göstergesi' olarak değerlendirdiler. Bu değerlendirmenin özünde Türkiye kamuoyuna yönelik bir rahatlatma çabası olduğunu söylemek gerekir, zira raporda söylenenlerden çok, söylenmeyenlerin asıl önemli noktalar olduğunu herhalde konuyla ilgilenen herkes iyi biliyor.

Aslına bakılırsa 'suya, sabuna dokunmayan' rapor, Türkiye'nin AB üyelik süreci ile ilgili yeni bir şey söylememekte. Hukukun üstünlüğüne toplumun geniş kesimlerinin ve bizzat yönetenlerin güvenmediği; Kuvvetler Ayrılığı İlkesi'nin uygulanmadığı ve askeri vesayet rejiminin devamını garantileyen bir cunta anayasasının yürürlükte olduğu bir ülkenin AB standartlarına uyum sağlayamayacağını, bu temel konularda esaslı bir değişim olmadan kısmi yasal düzenlemelerle kozmetik rötuşların yapılmasının bu gerçeği değiştiremeyeceğini tespit etmek için AB uzmanı olmaya gerek yok.

Şu an için AB-Türkiye ilişkilerini belirleyen asıl nokta, Türkiye'nin jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik konumudur. Olli Rehn'in Brüksel'de raporu açıklarken sarf ettiği tek aslı astarı olan cümle bunu kanıtlıyor: 'Türkiye, AB için bölgesel güvenlik, enerji tedariki ve medeniyetler diyaloğu bağlamında anahtar rol oynuyor.' Rehn bu çerçevede Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin 'normalleştirilmesi' çabalarını ve Nabucco Projesi'ni olumlu adımlar olarak değerlendiriyor. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'ye biçilen rolün ne olduğu ortaya çıkıyor. Böylesi bir rol içinse, Türkiye'nin AB'ye üye olmasına gerek yok.

Zaten Almanya, Avusturya ve Fransa hükümetlerinin Türkiye'nin üyelik sürecine yönelik aldıkları tavır da bunun bir diğer göstergesi. Üç ülke de Türkiye'nin 'bekleme odasında' daha uzun bir süre tutulması gerektiği görüşündeler. Oluşmakta olan yeni Alman hükümetinin bu noktada son derece pragmatist bir pozisyona girdiği de söylenebilir.

Alman basınında İlerleme Raporu ile ilgili haberlerin yer aldığı gün, CDU/CSU ve FDP temsilcilerinin koalisyon görüşmelerinde 'şaşırtıcı' bir şekilde Türkiye'nin AB üyelik süreci konusunda uzlaşıya vardıkları da bildiriliyordu. Uzlaşı şaşırtıcıydı, çünkü aynı gün CDU'lu ve bilhassa CSU'lu politikacılar, her yıl olduğu gibi 'Avrupa'ya ait olmayan Türkiye'nin AB üyeliğine kabul edilmemesi gerekir' talepleriyle kendilerinden söz ettirmişler, hatta CSU'lu temsilciler, bu noktayı yeni hükümetin koalisyon tutanağına yerleştirmeye çalışmışlardı.

Ancak CDU'nun Dış Politika sözcüsü Ruprecht Polenz Alman devletinin aldığı pragmatist pozisyonu savunarak, bu taleplerin reddedilmesini sağladı. Polenz, 'koalisyon sözleşmesi tek bir yasama dönemi için geçerlidir. Türkiye'nin AB üyeliği konusunda önümüzdeki dört yıl içerisinde bir karar alınması söz konusu olmadığından, bu konuyu koalisyon sözleşmesine koymak için esaslı hiç bir gerekçe yoktur' diyor.

Polenz her ne kadar Hristiyan Birlik Partileri içerisinde, özellikle iç kamuoyuna yönelik yaklaşımlarda azınlık görüşünü temsil ediyor görünse de, bu konuda Alman devlet aklını temsil ve sözleriyle de Rehn'in Türkiye'nin rolü konusunda söylediklerini teyid etmekte. O nedenle yeni Alman hükümetinin koalisyon sözleşmesinde Türkiye'nin AB üyeliği konusunda genel geçer sözlerin sarf edildiği ve 'üyelik görüşmelerinin sonucunun şimdiden tahmin edilemeyeceği' tespitini yapan 16 satırlık bir bölüm yer alacak.

Ama biz raporda söylenmeyenlerden hareket edersek; AB egemenlerinin, daha doğrusu Çekirdek Avrupa'nın Türkiye'nin gelecekte kendi çıkarları doğrultusunda oynamasını istedikleri rolü üstlendiğinde, bu sürecin sonunda Türkiye'nin demokratikleşmesinin ve AB üyeliğinin değil, emperyalist çıkarların şekillendirdiği yeni Ortadoğu'da jandarmalık görevinin çıkacağını tahmin edebiliriz. 'Bölgesel istikrarı' ve Batı'nın enerji tedarik yollarını korumakla mükellef bir ülkede de, demokrasi mi, yoksa despotik bir rejim mi hakim olacaktır, artık onu da siz tahmin ediverin.

Hiç yorum yok: