2 Haziran 2009 Salı

RÜŞVETİN RÜZGÂRI



Hüseyin Habip Taşkın
habibtaskin@gmail.com

Günler kimine göre ışık hızıyla ya da su gibi akıp gitmektedir. Giderken de olaylarıyla insanoğlunun yaşamından gitmektedir. Bu ülkede yazı yazmak ve konuşmak için malzeme bulmak çok kolaydır. Çünkü hepimiz canlı olarak birçok olaya tanık olduğumuz kesindir.

Gazetenin ön sayfasında rüşvetle ilgili döküm anlar meslek kuruluşlarına göre verilmişti. Bu döküm anları buraya aktarmayacağım. Yalnızca yaşadıklarımdan önemli birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım.

Hepimiz basından devlet dairelerinde dönen rüşvet çarkından sözeden yazıları okumuş ya da haberlerde spikerin konuşmasından duymuşuzdur. Rüşvet çarkı öyle hızlı dönüyor ki, su yüzüne çıkan sadece pire kadardır. Ya çıkmayanına ne demeliyiz? Rüşvet olayları da sistemimizin bir parçasıdır. Her konu birbirine bağlı ise bu yaşanılanlarda birbirine bağlıdır.

Kapitalist ve geri kalmış ülkelerde rüşvet olayları sıkça yaşanan bir olaydır. Ülkemizde rüşvet her ne kadar “yüz kızartıcılığa” girse de vereninde, alanında yüzleri hiç kızarmaz. Bu miras bize Osmanlı İmparatorluğundan kalmıştır. Şanlı tarihimiz diyenler, tarihlerine iyice bakmalıdır. Günümüzde rüşvet hediye ya da çay, kahve parası olarak geçmektedir.

Nasreddin Hoca’nın bir kitabında şöyle bir cümle geçer; “Parayı veren düdüğü çalar.” Evet, ülkemizde de parayı veren düdüğü çalmaya şu anda bile devam etmektedir. Aslında hepimiz aynaya bakarken kendi görmek istediğimizi görürüz. Rüşvet olayları günlük yaşamımızda bile insanlar arasında gayet normalmişçesine “Helal olsun adama bak malı götürmüş” diyebiliyorlar. Buna benzer söylemlerde insanların arasında söylenirken, toplumumuzun içten içe yozlaştığını, çürüdüğünün bilincinde değillerdir.

Rüşvet olayları tavan yaparken, diğer yaşananlar gibi bunda da susuluyor, banane deniliyor. 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasından sonra ülkemizdeki halkları hepten pasifize ederek kendi sosyal haklarını savunamaz hale getirdiler. Bu demek değil ki, ondan önce rüşvet yoktu anlamına gelmemelidir. Rüşvet vardı ama korkmadan teşhir eden bir muhalefette vardı. Günümüzde bile muhalefet yapanlar polisin engeliyle ve adli soruşturmalarla baş başa bıraktırılırken, bazı muhalefet grupları polisin şiddetinden payına düşeni almaktadır. Böyle bir toplumda karanlıkları aydınlatmak ışık tutmak biz emekçilerin görevidir.

Turgut Özal iktidardayken şu cümleler ağzından döküldü; “Benim memurum işini bilir.” Bu söylem üzerine o günlerde insanlar arasında çokça tartışmalar oldu. Günümüzde bile o günleri ananlar olmaya devam etmektedir.

Elbette bu ülkede rüşvet yemeyen, onuruyla çalışan emekçi insanlarımız vardır. Elbette ki sözümüz onlara değildir. Size gerçek yaşamdan rüşvet manzaralarından bir alıntıyla başlayayım ve bu alıntı, alıntıların hepside gerçektir;

İlçenin birinde bir avukat varmış ve avukatında tanıdığı bir arkadaşı varmış. Arkadaşı eskiden uzun yıllarca Belediye Başkanlığı yapmış ve yaşlanınca bırakmış. Belediye Başkanlığı döneminde soruşturmaya uğramış. Hemen acilen bir avukat bulmak zorunda kalınca, kendi arkadaşı olan avukatın yanına koşmuş ve ona demiş ki;”Beni kurtar.”

Avukat, onun hakkında açılan dosya kâğıtlarına bakmış ve demiş ki; “Bu davayı bana verme! Seni ben bile kurtaramam. Bankaları dolandırıcılıktan ceza yersin.” Eski Belediye Başkanı heyecanlanarak; “Biz seninle eski arkadaşız onun için almak zorundasın. Sen mahkemeye her girdiğinde müvekkilim suçsuzdur” diyeceksin demiş.

Mahkeme ayrı bir ilçede ağır cezada birkaç celsede devam etmiş. Avukat arkadaşı her mahkemede söz alarak; “Müvekkilim suçsuzdur” demiş.

Bankaların avukatları sayıca çok olmakla birlikte güçlü kanıtlar mahkemeye sundukları halde eski Belediye Başkanı yargılandığı mahkemeden beraat etmiş. Avukat ve bankaların avukatları bu işe çok şaşırmış.

Bir ilçede yaşanılan bir olayı, dilimin döndüğünce sizlerle paylaşmaya çalıştım. Yine aynı ilçede aynı avukatın bir anısını da sizlerle paylaşacağım; Avukat akşama doğru evine geldiğinde gergindi. Oğlu bu gerginliği babasında fark etti. Babasının pijamalarını giyip odaya gelmesini bekledi.

Babası odaya girdiğinde oğluyla göz göze gelince; “Moralin iyi değil! Bir sorunun mu var?” Babası pencerenin yanındaki divana oturur oturmaz; “Bu ülkenin çivisi hepten çıkmış! İşadamı Salih’in bir davası var. Onun davasına bakan Hâkim’in odasına yer halısı döşemiş. Bunu gören diğer Hâkim ve Savcılar kendi odalarına da yer halısı yaptırmış. Tabii ki, olanlar bununla değil! Evlerine de yer halısı döşetmişler. “

Yazımızı yazmaya devam ediyoruz! Emeklisine sekiz ay kala oğullarının devrimci olması nedeniyle Adana’ya sürgüne gönderilen Hukuk Hâkimi görevini bitirdikten sonra emekliye ayrılarak, ailesinin yanına geri döner ve birkaç ay sonra aynı ilçede avukatlığa başlar.

Avukat, müvekkillinin mahkemesini açması ve dosyasına bakması için gittiği, kendisinin daha düne kadar aynı Adliyede Hukuk Hâkimi olarak çalıştığı yerde aynı kişilerin çalışmasına rağmen kendisine; “Hâkim bey, amca bize kahve ısmarlamıyor musun?” derlermiş. O da ısmarlıyormuş.

Bu olayı anlatan avukat benim babam şu anda yaşamıyor. Her rüşvet olayı geçtiğinde bana anlattıkları düşüncemde canlanıyor. Ne yazık ki, rüşvet olayları tüm hızıyla devam etmektedir.

Size benim canlı olarak yaşadığım iki olayı anlatacağım; Öğrencilik yıllarında ara sıra pazara çorap satmaya çıkardım. Küçücük bir el sepetimin içinde renkli çorapları dizerek müşterilerin görmesini sağlardım.

Bir pazar günü akşama doğru pazarcıların tahta tezgâhları yavaş yavaş boşalırken bende boş bir tahta tezgâhın üzerine el sepetimi bırakarak yan kısmına oturup dinlenmeye başladım.

Kısa zaman içinde patates ve soğan satan tahta tezgâha bir zabıta yanaştı. Satış yapan adamla konuşurken bende onlara oturduğum yerden bakıyordum. Bir ara onlar bana, ben onlara bakmaya başlayınca, satıcı benden zarar gelmeyeceğini fark ederek,birkaç file dolusu meyve ve sebzeleri tezgâhın altından çıkararak zabıtaya verdi.

Zabıta hiçbir şey olmamış gibi önümden geçip gitti. Bende zabıtayı takip ederek merdivenleri çıkarak zabıtalar için saçtan yapılmış kulübesinin önünde durdum. On dakika zaman içinde jip geldi. Çokça olan fileyi zabıta jip’e taşıdı. Şoförde, zabıtada mutlu bir şekilde gidecekleri yöne doğru gittiklerinde, ben de hemen geldiğim yöne doğru hızlıca gittim. Tahta tezgâha vardığımda satıcıyla yüz yüze geldim; “Ağbi bunları niye beleşe alıştırıyorsun?” Tezgâhtaki adam gülerek; “Sen daha toysun! Evlat, bu işler böyle dönüyor.”

O zamanlar yaşım on yediydi. Gençlik dönemimde bir olay daha yaşadım; Evimizin ikinci katına ruhsat almak için mahallemizde komşumuzun oğlu yardımcı oluyordu. Fen işlerinden bir bayanla evimizi kontrol etmeye geldiklerinde, bayan açıktan bana söylenerek! Mücahit olmasaydı ben bu kâğıtları imzalamazdım.

Bende onun can damarına bastım;”Müteahhitlerden aldığın yetmedi mi?” Kadınla, ben orada ağız dalaşına girdik. Sesimizi duyan Mücahit gelerek bizi yatıştırdı.

Yaşanılanlar anlat anlat bitmez. Bir gerçek varsa o kokuşmuşluk içinde hepimiz kokuyoruz. Yazımın sonunu da sizler getirin!

Hiç yorum yok: