1 Eylül 2009 Salı

Kürt Açılımı




1984’ün 15 Ağustos’unda başlayan savaşın 25.yılında ‘çözüm’ tartışılmaya başladı. 25 yıldır dökülen kanın, atılan kurşun ve bomba ile boşalan bütçenin nedenin çözümüne yönelik ifade edilen birkaç cümle bile toplumda bir iyimserlik havasının yaratılmasına neden oldu. 25 yıldır bu ülke halkının yüz yüze kaldığı sorunları ile ilk defa resmi düzeyde ‘yüzleşeme’ eğilimi bu iyimserliğin en önemli nedeni konumunda.

Toplumda yaratılan iyimser havayı olumlu değerlendirebilecek siyasal irade henüz tam olgunlaşmış değil. Ama her şeye rağmen gelinen aşamayı küçümsememek gerekiyor.

Savaşın sona ermesine ancak savaşın tarafları karar verebilir. 25 yıllık savaşta PKK gelebileceği en son noktaya geldi. ‘Bağımsız Devlet’ sloganıyla başladığı savaşı ‘Demokratik Cumhuriyet’e evirdi. Devlet ise ‘Kürt yoktur, dağ Türkü vardır’dan TRT ŞEŞ’e evrildi.

Her iki tarafta savaşın başladığı tarihteki konumunda değiller. 25 yıllık kanlı savaş her iki taraftan da çok şey kaybettirdi ama her iki tarafa da öğrettikleri oldu. Savaşın kaybettirdiklerinin yanında kazandırdıkları da oldu. Devlet açısından ‘inkarcı’ politikalarla bir yere varılamayacağını binlerce insanın kanı ve bütçenin boşalmasının ardından anlaşıldı.

Daha düne kadar ‘‘PKK’ye ‘terörist’ demeyen bir parti ile görüşmem’’ diyen başbakan Recep Tayip Erdoğan, DTP’lileri AKP Genel Başkanı sıfatıyla kabul ederek ‘çözümü’ konuşmak zorunda kalıyorsa bu ülkede istesek de istemesek de bir şeyler değişiyor anlamına geliyor.

Reel sosyalizmim çöküşü ve Sovyet sisteminin dağılmasının ardından PKK’de eski politikaları’nı değiştirdi. ‘Bağımsız Devlet’ yerine ‘Demokratik Devlet’ kavramları üzerine enerji harcamaya başladı. Yerel yönetimler, halk, kadın ve gençlik meclis deneyleri Kürtlerin demokratik cumhuriyet projesi için önemli adımlar oldu.

Devlet’in Kürt sorunun çözümünde ‘açılım’ ihtiyacının birçok nedeni ve zorlayıcı etmenleri var. Bu etmenler ise iç ve dış dinamikler. Her iki dinamiğinde geldiğimiz aşamada birleştiği tek konu sorunun çözülmesi. Her kes sorunu kendi durduğu noktadan ve kendi çıkarları açısından çözmek istiyor. Bu süreçte güçlü olanın istem ve talepleri doğrultusunda bir çözüm süreci yaşanacaktır.

Dış dinamik açısından baktığımızda ABD’nin Irak politikası beraberinde Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’un iflas ettiği herkes tarafından tescillenmiş durumda. ABD, Afganistan’da bataklığından da bir türlü kurtulamıyor. Irak bataklığından kurtulabilmesinin en iyi yolu müttefiki ve güçlü bir ülkeye Irak’ı emanet etmekten geçiyor. Bu da Ortadoğu’da diğerlerine göre daha fazla öne çıkan ülkelerden biri olacaktır. Irak’ın komşuları İran ve Suriye ABD ile ilişkilerinden kaynaklı olarak bu duruma müsait değil. ABD’nin dostu İsrail’de Arapların düşmanlığından dolayı gerçekçi değil. Bu kıstaslara uyabilecek en ideal ülke Türkiye’dir. Ama Türkiye’nin de inandırıcı ve sorunsuz olabilmesi açısından kendi Kürt sorununu çözmüş olması gerekir. Kendi Kürt sorunu çözememiş bir ülke Irak’ta Kürtlerin ‘hamiliği’ni yürütemez. Onun için Kürt sorunun çözümünde etmenlerden birinin ABD’nin Irak politikası olarak değerlendirmek gerekiyor.

Sorunun çözümünün hızlanmasında ekonomik etmenlerde önemli. Nabucco ve Mavi Akım projeleri ile Türkiye’nin önemi arttı. İki ayrı proje iki ayrı çıkar gruplarının da rekabetini de içeriyor. Mavi Akım projesi Rus sermayesini öne çıkartırken Nabucco projesi ise Avrupa sermayesini öne çıkartıyor. İki ayrı çıkar grubunun yatırımı olmasına karşı her iki projenin de yaşama geçebilmesi için istikrarlı Türkiye’nin istikrarlı bir ülke olması şarttır. Kürt sorunun çözememiş bir ülke bu iki dev yatırımın altından kalkamayacağını hem uluslararası sermeye hem de ulusal sermaye farkındadır. Bu yüzden ‘çözüm’ için ‘tam destek’leri mevcuttur.

Ulusal ve uluslar arası sermaye ekonomik nedenlerle ‘çözümü’ isterken PKK’de demokratik, sosyal ve siyasal hakların tanınıp, resmileşmesi açısından çözüme yanaşmaktadır. Savaşın tarafları sorunun çözümü için kendi ‘çıkarları’ doğrultusunda adım atılmasını beklerken, savaştan beslenenlerde çözüme yönelik atılan her adımı tıkamak için iş başı yapma hazırlığındalar.

Gelinen aşamada toplum Kürt sorunun çözülmesini isteyenler ve savaşın sürmesini isteyenler şeklinde iki ana kutba bölünmüş durumda. Çözümü isteyenlerin sınıfsal çıkarları ve çözümden beklentileri farklı olduğu gibi çözüm karşıtlarının da sınıfsal çıkarları ve kaygıları farklı. Her iki tarafta da farklı sınıfsal çıkarları olanların uyumunu görmekte tarihsel sürecin bir azizliği olsa gerek.

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz. Kürt Açılımı’na ilişkin henüz somut bir adım atılmamış olmasına karşın toplumda yaratılan bu iyimser hava güçler dengesinin göstereceği performansa paralel olarak her an değişebilir. Bu süreç baltalamak isteyen güçler çıkacaktır. Nitekim, Şırnak’ta iki DTP’linin faili meçhule gitmesi bu sürecin ilk işaretleridir. Bu süreç giderek yayılabilir. Hatta Metropollerde daha büyük eylemler ve provokasyonlar olursa şaşmamak gerekiyor.

Yıllardır Kürt Sorununda çözüm karşıtı olan güçlerin ‘karşıtlığı’nı anlamak mümkün ama daha düne kadar ‘Ulusların Kendi Kaderinin Tayin Hakkı’nı dillerinden düşürmeyen eskinin Marksist yeninin Kemalist’lerini anlamak gerçekten zor. Uzağında ki halklar ve ülkeler için Ulusların Kendi Kaderinin Tayin Hakkı’nı kullanılmasını savunan bu yeni ‘ulusalcılar’ yanı başlarındaki Kürtler için bu hakkı rafa kaldırarak ırkçı ve şoven yaklaşabiliyorlar. Önümüzdeki süreçte sorunun çözüm sürecinin handikaplarından biri olarak ‘eski Marksist yeni Kemalistler’ önemli direnç noktalarından birini oluşturabilirler. Her ne kadar bu kesimin bir kısmı Ergenekon davası ile darbe yemiş olsa da hala önemli bir güç odağı olarak durmaktadırlar.

Sonuç yerine;

Cumhuriyet tarihinin en önemli sorunlarından biri olan Kürt Sorununun çözümüne yönelik henüz somut bir adım atılmamış olmasına rağmen yaratılan iyimser hava ile önemli bir sürece girilmiş durumda. Bu süreç güçler dengesinden kaynaklı olarak daha ileriye de götürülebilir tam tersine geriletebilinirde. Her an için geçmişte olduğu gibi bu iyimser havayı dağıtmak adına ‘bayrak provokasyonları’, ‘suikastlar’, ‘bombalar’ vb eylemler ile sabote edilmek istenirse de şaşmamak gerekir. Bu iyimser havanın güçlenmesinde demokrasi güçlerinin soruna sahiplenişi ile etkili olabilir. Demokrasi güçleri sorunun çözümünde izleyen değil dönüştüren olursa hem açılması beklenen bu açılımın bir an önce açılması sağlanır hem de açılan bu açılım sağlıklı bir rotada gitmesinin garantörleri ortaya çıkmış olur.

Barış, en fazla savaştan zarar görenlerin talebidir. Bugün ülkemizde barışa en fazla sahiplenenler Kürtlerdir. Çünkü, 25 yıllık savaşın bire bir muhatapları onlardır. Savaştan zarar görmeyenler açısından savaş hakkında keskin söylemler bulunmak kolaydır. Savaşa ilişkin keskin söylemlerde bulunanlara ailesinde, komşusunda, çevresinde asker ve gerilla cenazesi yaşamış insanların yerlerine kendilerini koymalarını ve birde o pencereden bakarak süreci değerlendirmelerini önermek gerekiyor. O acıları hissedebildiği ölçüde ‘çözüme’ yaklaşımı da değişecektir.

Hiç yorum yok: