20 Haziran 2009 Cumartesi

Barış Sürecinde Söylem Sorunu








”Kürtler ve devletin savaşı kısmen ikinci gruba girer. Kısmen diyorum çünkü bilindiği gibi devletin amacı Kürtleri bütünen yok etmekti. Yok etmek derken fiziki yok etme değil. Gerçi Ağrı, Zilan, Dersim vb. yerlerde bu da yapılmadı değil. Ama bunun mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra asıl amaç Kürtleri “Türkleştirerek” yok etmek oldu. Batıya göç ettirmeleri, “vatandaş Türkçe konuş”ları, Kürtçe konuşma yasaklarını, yatılı okulları uzun uzun belirtmenin anlamı yok.”


Kürt Sorunu’nda tarafların söylemlerinde bir gariplik var… Tarafları peşinen belirtelim: Kürt Hareketinin bileşenleri ve devlet. Erdoğan kabul etse de bu böyledir etmese de. Yani onun deyimiyle Kürt hareketi “terörist” de olsa bu realite değişmez… Siyasi literatürde “terörist”lerin taraf olmadığına dair herhangi bir söylem yoktur.

Bu bir yana Kürt Hareketi ve devlet söyleminde “çözüm süreci” ile beraber bir gariplik seziliyor. Zira devlet söyleminde “çözüm” adına en ufak bir değişim yok. Erdoğan Kürtleri hala bir taraf olarak görmüyorsa ve olmayacağını bile bile “DTP, PKK’ya terör örgütü desin” diyorsa; Başbuğ, okumayı yeni sökmüş ilköğretim 1. sınıf öğrencisi gibi “giderim.ararım.bulurum.vururum.” diyebiliyor ve daya yeni olan Zap deneyimini hatırlamıyor modundaysa ; bütün yazar-çizer takımı 1999 süreci yaşanmamış gibi “PKK koşulsuz silah bırakmalı” diye papağan misali günde on defa tekrarlıyorsa devlet “çözüm süreci”ne henüz uzak demektir. Ya da olan, devletin kendi çözümünü dayatmasıdır. Ki olan da budur.

Her şeyin son bulduğu gibi her savaş da son bulur muhakkak. Ve her savaş sonucunda “çözüm sürecine” girilir. En basit şekliyle bu iki şekilde olur. Taraflardan biri galip biri yenikse çözümde de galip olan yenilene kendi şartlarını kabul ettirir. Yenilen de adı üzerinde yenildiği, yapabileceği başka şey olmadığı için şartları kabul etmek zorunda kalır. İkinci durum ise tarafların yenişemediği durumdur. Savaşta hiçbir taraf kazanamaz ve savaş uzadıkça iki tarafa da zarar verir. Bunu hisseden taraflar ortak bir yol bulmak için çözüm sürecine girerler.

Kürtler ve devletin savaşı kısmen ikinci gruba girer. Kısmen diyorum çünkü bilindiği gibi devletin amacı Kürtleri bütünen yok etmekti. Yok etmek derken fiziki yok etme değil. Gerçi Ağrı, Zilan, Dersim vb. yerlerde bu da yapılmadı değil. Ama bunun mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra asıl amaç Kürtleri “Türkleştirerek” yok etmek oldu. Batıya göç ettirmeleri, “vatandaş Türkçe konuş”ları, Kürtçe konuşma yasaklarını, yatılı okulları uzun uzun belirtmenin anlamı yok… Zira bunlar herkesin malumu. Sonuç olarak 1920’lerden 1980’lere kadar devletin söylemi Kürtlük adına bir şey bırakmama üzerineydi. Peki devlet bunu başardı mı diye bakıldığında bunun olmadığını içinde bulunduğumuz durum açıklıyor zaten…

Kürt tarafı ise bütün ulusçuluk hareketleri gibi toprak talebi ile yola çıktı. Ulus-devlet, adı üzerinde her ulusun bir devleti olma mantığına göre oluşturulmuş bir kavramdır. Kürtler de bir ulus oldukları için onların da bir devletleri olmalı düşüncesiyle mücadeleye başladılar. Kürtler de açık ki bunu başaramadılar ama devletin yok etme ve inkar söylemine karşı her şeyden önce ayakta kalmayı başardılar.

Zira Kürtlerden başka kimse ayakta kalmayı başaramadı Türkiye’de. Devlet hepsini yok etti. Bakmayın Arap, Çerkez, Gürcü, Abhaz, Rum, Laz, Ermeni…diye sıraladıklarına. Gerçekte bunların hiç biri yok. Rum ve Ermeniler fiziki olarak yok edilip sürüldüler zaten. Diğerleri ise Türkleştirilerek yok edildiler. Gidin bir Gürcü’ye sorun “Türk müsün Gürcü mü?”diye. Kızar sorunuza, tepki gösterir. “Türküm” ya da “Gürcüyüm ama Türküm” der. Türk’tür hatta Türk’ten çok Türk’tür. Lazlar, Araplar, Çerkezler ve diğerleri de öyle.
Ama bir Kürt’e aynı soruyu sorarsanız “Kürdüm” diye cevap alırsınız. Ne “Türküm” ne de “Kürdüm ama aynı zamanda Türküm” cevabını duyarsanız. Hiçbirini kabul etmez Kürtler. Dolayısıyla sadece bu örnek de Türkiye’de Kürtler dışındaki diğer halkların yok edildiğini, Türkleştirildiğini gösterir. Devlet hepsinde başarılı olurken Kürtlerde başarılı olamadı. Ve zaten devlet bunu başaramadığı için de bugün “Kürt Sorunu” diye bir sorun var.

Kürtler ayakta kalmanın yanında başka kazanımlar da elde ettiler bu süreçte. Kürtçe konuşup yazma hakkını, Kürtçe kurs açma, Kürtçe radyo-tv açma hakkını vb. elde ettiler. Öyle görünüyor ki yakında Kürtçe coğrafi isimleri geri alma, Kürdoloji bölümleri açmayı da devlete kabul ettirecekler. Ve eline silah alan Kürtler hala 300-400 kişiyle eylem yapabiliyorlar, DTP seçimden küçümsenmeyecek bir başarıyla çıktı, muazzam bir gençlik ve özellikle kadın dinamizmi var, edebiyat, sinema ve tiyatroda amatörlük süreci ise aşılıyor… Kürtlerin bütün bu kazanımları aynı zamanda devlet cephesinin de kaybıdır.

Duruma şöyle bir bakıldığında evet Kürtler ve devlet savaşında yenişememe durumu vardır. Ne devlet Kürtleri bitirmiştir ne de Kürtler devlet kurmuştur. Ama Kürt tarafı kısmen de olsa başarılı, devlet ise başarısız olmuştur. Ve her geçen gün Kürtlerin kazancı büyürken devletin kaybı artmaktadır. Ortada böyle bir gerçeklik vardır. Bu gerçeklikle girilen veya girilmeye çalışılan “barış süreci”nde tarafların söylemleri de başarılarına göre olmalıdır. Kürtler kısmen başarılı olmuşlarsa söylemleri de başaranların söylemi, istekleri de yüksek olmalıdır. Devletin söylemi, şartları ise daha aşağıda olmalıdır.

Ama garip olan söylemlerde bunun tersi bir durum olduğudur. Devlet, bilinçlice savaşın tam galibi bir söylemle hareket ederken Kürt tarafı alttan almaktadır. Ya da Kürtler nezdinde devlet henüz barıştan çok uzakken Kürtlerin isteklerini azaltarak devleti barışa zorlama durumu vardır. Durum her ne olursa olsun ortada masaya giderken bir söylem sorunu vardır ve Kürt tarafı bu tehlikenin farkında olmalıdır. Zira tarih, cephede kısmen kazanılmış birçok savaşın masada kaybedilebileceğini gösteren örneklerle doludur. Masadaki savaş cephedekinden daha zordur.

Hiç yorum yok: