7 Kasım 2009 Cumartesi

TARİH YALAN SÖYLÜYOR...




”Dünyanın neresinde olursa olsun öncelikle “devlet” ve “resmi ideoloji” gerçeği vardır bu gerçek, tarihin nesnelliğini ortadan kaldırmak için yeterlidir…”

Nuri SAĞALTICI(*)
nurisagaltici@hotmail.com

Eğitim-öğretim kurumlarında “tarih bilimi” diye genç beyinlere öğretilen ve okullarda tarih dersi adı altında okutulan derslerde verilen bilgiler,insanoğlunun tarihsel gerçeğini yansıtıyor mu gerçekten? Küçük yaşlarda tümüyle doğruymuş gibi gördüğümüz olaylar, bunların nedenleri ve sonuçları, yaşanan “tarih” gerçeğiyle yüzleşince tuz buz oluyor elbette. İnsan, bunlardaki bilinçli yanlılığı, abartmaları zamanla görebiliyor.

Dünyanın neresinde olursa olsun öncelikle “devlet” ve “resmi ideoloji” gerçeği vardır bu gerçek, tarihin nesnelliğini ortadan kaldırmak için yeterlidir. Çünkü her devlet, kendi varlığını sürdürebilmek için kendi varlığını sürdürecek “haklı(!)” nedenlerle tarihe kendi damgasını vuracaktır. Bu gerçek, tarihin üzerinde daima bir sis perdesi olarak kendini gösterecektir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde yazılmış olan pek çok tarih kitabı vardır ve bunlar Divan edebiyatı anlatılırken de Divan nesir örnekleri olarak öğrenciye aktarılmakta, Osmanlı tarihi anlatılırken de o dönemleri aydınlatan en önemli belgeler olarak kullanılmaktadır. Şimdi bunlar üzerinde tarafsız bir yorum yapmak istersek;

Bu tarih kitaplarını yazan kişilerin ezici bir çoğunluğunun “vakanüvis” (padişahın birer memuru olarak çalışan olay yazarı) olduğu bilinmektedir. Bunların savaşlarda genellikle padişahın yakınında bulunan ve çoğunlukla, olayları yaşandığı anda not eden insanlardır.Örneğin bunların yazdıkları tarihlerde padişahların savaşlardaki hatalarını, yanlışlarını açıkça ve tarafsızca belirtme şansları var mıdır? Doğal olarak padişahın gönlünü okşayacak şeyler yazması ve hiç olmazsa, padişahın aleyhine hiçbir ifadeye yönelmemesi beklenir. Böyle bir yazıda nesnellik beklenebilir mi?

Nihat Sami Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı yapıtında “Tarih-i Ebu’l Feth”in yazarı Dursun Bey hakkında verdiği bilgilere bakalım:”Dursun Bey, ordu içinde yetişen bir ilim ve sanat adamıydı. Bursa’da veya Bursa çevresinde bir yerde doğmuştu. İstanbul fethinde, şehrin surlarına bugünkü Cibali Kapısı’ndan hücum ederek şehre bu kapıdan girdiği ve karargahını bu semtte kurduğu bilinen, Bursa subaşısı Cebe Ali Bey’in yeğeni idi.” Banarlı’nın Dursun Bey’in tarih kitabıyla ilgili değerlendirmesi daha da dikkat çekicidir: “ Bu eser, yazarının, bizzat içinde bulunduğu vakaları (1442-1448’e kadarki 46 yıllık Osmanlı tarihini) anlatır. (…) yazar, bilhassa maddi ve manevi kudretinin HAYRANI olduğu Fatih Sultan Mehmet’in seferlerini ve zaferlerini anlatırken çok samimi ve adeta HEYECAN DUYARAK ANLATTIĞI halde ifadede söze güzellik ve azamet verdiğini zannettiği külfetli üsluptan uzaklaşamamıştır.” (Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.1, sayfa 497-498 MEB Yayınevi, 1987)

Dursun Bey’in “heyecan ve hayranlık”la yazdığı tarih kitabında ne kadar nesnellik aranabilir? Aşık Paşazade Tarihi, Cevdet Paşa Tarihi, Oruç Bey Tarihi ya da Tevarih-i Al-i Osman’da bu tür anlayışlar egemenken bu eserler insanlık tarihini ne kadar gerçeğe uygun anlatabilir?

Şimdi olaya tersinden bakalım: Fatih Sultan Mehmet’le savaşan bir ülkenin tarih kitaplarında aynı olaya bakışı acaba bizim tarih kitaplarımızın bakışıyla benzeşir mi? Elbette benzeşmeyecektir. Hatta bizim olaya bakışımızdan çok farklı bir açıdan ve yalnızca kendilerine yontacak şekilde olayı süsledikleri açıktır. O zaman tarih biliminin “nesnel”liği nerede kalıyor ve onu nasıl “bilim” diye insanlara yutturuyoruz?

Bilimin en önemli ilkelerinden biri de “evrensellik”tir. Peki, aynı olay hakkında farklı ve birbiriyle çelişen iki farklı bakış varsa bu anlatım mantığı nasıl “evrensellik” taşıyabilir?

Osmanlı Tarihi üzerinde örneklendirdiğimiz bu tezimizin yalnızca Osmanlı tarihiyle ilgili olduğu sanılmamalıdır. Bütün tarih kitapları ve bütün ülkeler için geçerli bir tezdir bu. Örneğin bugün gözümüzün önünde yaşanan, Amerika’nın Irak’ı haksız işgali var. Birleşmiş Milletler’i yalanlarla yanıltarak ve kendi saldırgan gücünü dayatarak Amerika, Irak’ı emperyalist amaçları uğruna işgal etmiştir. Amerika açısından bunun adı “Irak’a demokrasi götürme” operasyonudur. Hatta Bush çılgınına sorarsanız, “Bush, Allah adına insanlığın yeryüzü kurtarıcısıdır.” Bunu dünya basını önünde utanmadan açıkça da ifade etmiş, kendisine “vahiy” geldiğini söyleyecek kadar da ileri gitmiştir. Amerika’nın Irak’a götürdüğü “demokrasi”, bugün Irak’ta kanla yazılmakta, her gün 80-100 kişinin canına mal olmaktadır. Amerika, bu rezilliğini ve insanlık dışı uygulamalarını itiraf etmek zorunda kalmıştır. Fakat emin olunuz ki bütün bu olaylar, ilerde Amerika’nın tarih kitaplarında ya “masum birer hata” olarak geçiştirilecek ya da Conilerin "kahramanlık" masalı olarak aktarılacaktır. Aynı olaylar, Irak tarih kitaplarında ve okullarda nasıl anlatılacak siz düşünün. Şimdi insanlığın tarihsel gerçeği hangi kitaplarda yansır sizce? Amerika’nın yazdıracağı resmi tarih kitaplarında mı yoksa Irak devletinin okullarda okutacağı tarih kitaplarında mı? Amerika’nın Vietnam işgali, İsrail-Arap Savaşları, Türk_-Yunan Savaşları, Kıbrıs Çıkarması ve binlerce olayda aynı farklı bakış söz konusu değil mi?

Hatırlayalım, Rahmetli Turgut Özal döneminde Türk Dışişleri Bakanı ile Yunan Dışişleri Bakanı (sanırım o dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'dı) bir araya gelip her iki ulusun tarih kitaplarındaki kimi abartmaları; tarihe ve bilime aykırı olup tarih kitaplarında yer alan kimi yanlışları ortak bir kurul oluşturarak düzeltme kararı almış ve bu olay basının gündeminde uzun süre tartışılmıştı. Türkiye ile Yunanistan diplomasisinin bahar mevsimini yaşadığı dönemleri herkes hatırlar.

Eğer iki ülkenin Dışişleri bakanlıkları düzeyinde bu konular gündeme gelmişse, tarihi anlatımda izlenen yolda hatalar olduğu resmen ilan edilmiş demektir. Ama bu, tek yanlı bir eksiklik ya da bir kabahat değildir. Yani Türkiye'yi suçlamak için kullanılabilecek bir olgu değildir ve olmamalıdır. Çünkü bütün ulusların ve ülkelerin tarihinde aynı yanlışlar, çarpıtmalar ve abartmalar vardır.

Bir savaş çıkıyorsa tarihte bunun elbette bir başlatıcısı ve asıl sebebi vardır. Fakat savaşa katılan uluslardan hangisi kendi tarihini yazarken "Biz suçluyuz, hatalıyız." diyor ki? Herkes kendine yontarak kendi milletini aldatıyor.

Örneğin, Pelopennes Savaşı -yanılmıyorsam- Atinalılarla Spartalılar arasında mö 5-4. yy'da ortaya çıktığında, dünyaca ünlü komedya şairi Aristophanes, Barış adlı oyununu yazıp devlet yöneticilerini vatan hainliğiyle suçlayacak, kendilerinin Spartalılarla on yıllarca kardeşçe yaşadıklarını ve aralarında hiçbir sorun olmadığını söyleyecektir. Bu savaşın, yalnızca devleti yönetenlerin kişisel çıkarlarını "ulusal çıkar" diye yutturarak insanları savaşa ve ölüme sürüklemelerinden kaynaklandığını ileri sürer. Tiyatro tarihi okuyanlar iyi bilir bunu. Çünkü tarihte bilinen ilk tiyatro sansürü Barış adlı oyuna uygulanmış ve bir iddiaya göre bu olay, antik Yunan tiyatrosunun sonunu hazırlamıştır.

Şimdiki Yunan tarihi, acaba bu olayı açıklarken "Suçlu bizdik." der mi? Sanmıyorum. Çünkü o tarih kitaplarında o dönemin ünlü sanatçısı olan Aristophanes'in değil, devlet yöneticilerinin görüşü egemendir. Bu nedenle resmi tarihler yalanlarla örülüdür.

Bu yönüyle tarih, bir ninni, bir masal değil mi sizce de? “Uyu yavrum ninni, avutayım seni…”

----------

http://www.nurisagaltici.blogspot.com/



(*) Nuri Sağaltıcı: Edebiyat Öğretmeni ve Yazar. ”Söz Sanatları” isimli bir kitabı bulunmaktadır.

Hiç yorum yok: