11 Haziran 2009 Perşembe

İdeolojik Hegemonyanın Bugünkü Seyri…



Gün Zileli
zileligun@hotmail.com

Bildiğim kadarıyla, “ideolojik hegemonya” kavramını ilk ortaya atan, Marksist düşünür Gramsci’dir. Gramsci, Sovyet devriminden sonra tüm dünyada ortaya çıkan devrimci yükselişin zaaflarını tahlil etmiş ve devrimcilerin Avrupa’nın kapitalist toplumlarının yapısını yeterince ayrıntılı incelemedikleri sonucuna varmıştır. Rusya da dahil, doğu toplumlarında hegemonyanın kaynağı devlet despotizmiydi. Bu tür toplumlarda devlet yıkıldıktan sonra “devrimci hegemonya” (elbette Gramsci bir Marksistti ve kullandığı kavramlar da Marksist iktidarcı perspektiften bağımsız değildi) nispeten kolay kurulabilirdi (gerçi yaşanan deneyler, bunun, Gramsci’nin sandığı kadar da kolay olmadığını gösterdi). Batının kapitalist toplumlarında ise, hegemonya, devlet gücünden çok sivil topluma dayanıyordu. Devleti yıksanız bile, burjuvazinin sivil toplumda güçlü olan ideolojik hegemonyasını yıkmadığınız sürece geri püskürtülmeniz kaçınılmazdı. Öyleyse, kısaca ifade edecek olursak, doğu toplumlarında siyasi hegemonya mücadelesi, batı toplumlarında ise ideolojik hegemonya mücadelesi ön plandaydı.

Gramsci’nin bu kavramlaştırmasını, Marksizmin post-Stalinist diyebileceğimiz döneminde, 1960’lı yıllarda Althusser ve aynı ekolden Poulantzas geliştirmeye çalıştı. Althusser, “ideolojik hegemonya”yı “devletin ideolojik aygıtları” kavramıyla zenginleştirdi. Althusser’e göre, burjuvazinin toplumdaki ideolojik hegemonya aygıtları da (basın, üniversiteler vb.) devletin doğrudan organları olmasa ve devletten görece özerk olsa da, son tahlilde toplumun sürükleyici gücünü oluşturan “devletin ideolojik aygıtları”nı oluşturuyorlardı.

Bu kısa teorik özetlemeden sonra Türkiye’deki ideolojik hegemonyanın yaklaşık son elli yılda izlediği seyrin ve bugünkü durumun kısa bir panaromasını çizmeye çalışalım.

Yakın zamanlara kadar Türkiye’deki ideolojik hegemonyanın Kemalizmde olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki, Türkiye solu da bu Kemalist ideolojik hegemonyanın şemsiyesi altında ifade etmek zorunda hissetmiştir kendini. Basın, üniversiteler ve sanat-kültür alanını Kemalist hegemonya domine etmiştir. Osmanlı döneminde, 19. yüzyılın ortalarına kadar ideolojik hegemonyayı elinde tutan dini ideoloji, durgun köylük alanlarda olmasa bile, siyasi alanı yönlendiren entelektüel-kültürel alanda hegemonyayı modern burjuva ideolojisine ve bunun somut tezahürü olan Kemalizme kaptırmıştır. Dini ideoloji, entelektüel-kültürel alandan hızla geri sürülmüş ve geleneksel toplumsal kesimlerin içine hapsolmuştur.

1960’larda, Türkiye entelejensiyasının hızla sola kaymasının sonucunda, egemen entelektüel-kültürel alan, Kemalizmin sola açık tonlarıyla ifade etmiştir kendini. 1980 darbesinden sonra solun politik alanda yenik düşmesine paralel olarak, entelektüel-kültürel alan, ana akım Kemalizmden tamamen bağımsız olmamakla birlikte, daha liberal tonlarda yansımıştır. Zaman zaman Kemalist ideolojinin şemsiyesi altından çıkmaya teşebbüs etmiş (örneğin Kaypakkaya) ama bunu başaramamış sol akım, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin açıkça kapitalizme yöneldiği 1990’lı yıllardan itibaren şiddetli bir parçalanma, yeni hamiler arama ve hatta dağılma ve yok olma sürecine girmiştir. Solun bir kesimi, bu sefer Kemalizmin sol değil, milliyetçi yorumlarına ağırlık vererek nasyonal-sosyalizme kaymış, diğer kesimi liberalizmin gölgesine sığınmış, hatta modern entelektüel-kültürel alanda yükselişe geçme emareleri gösteren dinciliğe yönelenler bile olmuştur.

Bugünkü duruma gelecek olursak, bugün burjuvazinin ideolojik hegemonyasının entelektüel-kültürel alandaki temsilciliği hâlâ, kendi içinde mücadele halinde olan Kemalist-liberal ideolojilerin elindedir. Ne var ki, artık bu hegemonya, alttan gelen bir başka rakip tarafından tehdit edilmektedir: dinci ideoloji.

Dinci ideoloji, artık, onu izlemeyi bıraktığımız 19. yüzyıldaki anakronik halinden çok uzaktır. Bugünkü dinci ideoloji modern bir burjuva akımı olarak gelişmektedir. 1980’lerden bu yana atağa geçmiş, kendini önemli ölçüde yenilemiş ve yeni bir entelektüeller ve ideologlar kuşağı yetiştirmiştir. Evet, her şeye rağmen hâlâ kapalı devre bir akım olmaktan kurtulabilmiş değildir. Dinci roman yazarları, şairler, hâlâ esas olarak dinci çevrelerde okunmakta (hem de tahmin edilenden çok daha fazla satarak ve çok yaygın okunarak), ancak entelektüel-kültürel alana çıkamamaktadır. Ne var ki gelişme, bu alanın da fethedilmesi yolundadır.

Dinci akımın bu başarılı atağında ve yükselişinde özel olarak Fetullahçı kesimin büyük ve tayin edici bir rolü olduğunu düşünüyorum. Fetullahçı kesim önemli bir ekonomik güce sahiptir. Bu ekonomik gücüne dayanarak açtığı okullarda ve yurtlarda sabırla yeni eğitimli kuşaklar yetiştirmektedir: Yeni yetişen bu gençlere iki şey öğretilmektedir:

1. Yüreğinizle (ve midenizle) bize bağlı olun; 2. Kafaca özgür düşünmeyi ve herkesten bir şeyler öğrenmesini bilin.

Bu entelektüel genişlik, modern dünyada ideolojik yayılmanın ve giderek hegemonyanın baş koşuludur. Sol bağnazlaşır ve entelektüel bakımdan çoraklaşırken, dinci akım, tersine özgür düşünmeyi teşvik etti ve kendine bağlı yeni bir entelektüel kuşak yetiştirdi. Şimdi bu kuşak, her şeyi okuyor, her şeyi yorumluyor, her şeyi dinci ideolojik hegemonyanın hizmetine sokabilmek için ideolojik manüplasyonun zekice yollarını arıyor. Dinci akımın entelektüelleri, liberalizmi ve Marksizmi olduğu gibi, anarşizmi de inceliyor ve asla bağnaz bir profil vermemeye çalışarak bu akımların hepsini dinci ideolojik hegemonya arabasına koşacak son derece ilginç tefsirler yapıyor.

Anarşizm, dünya tarihindeki eskiliğiyle ters orantılı olarak Türkiye’de çok yeni bir akım. Onun tarihini, Kara dergisinin çıkmaya başladığı 1986 yılından başlatabiliriz. Bir akım için yirmi altı yıl çok kısa bir süredir. Böyle olmasına rağmen, anarşizmin özgürlük ruhu, toplumun geniş kesimlerinde, reel anarşistlerin katılıklarından, marjinalliklerinden ve beceriksizliklerinden bağımsız olarak, olağanüstü bir etki yapıyor. Anarşistler ideolojik hegemonya peşinde değil, anarşizmin doğası gereği zaten böyle bir şey olamaz ama anarşizmin bastırılamayan özgürlük ruhu, tüm ideolojilerin kapısını teker teker çalıyor ve hepsinden hesap soruyor. Kapıyı çalan sınırsız ve mutlak Özgürlük karşısında Kemalizm mahçup, Marksizm çaresiz, liberalizm geçiştirme peşinde, hepsi de kapıyı çalan bu “tanrı misafiri”ne ayırabilecekleri bir döşekleri olmadığının farkında. Özgürlüğe kapıyı, ancak bu mahalleye yeni taşınmış ve mahalledeki diğer rakiplerini diskalifiye etmekte kararlı olan biri açabilir. Dinci akımdır bu. Yeni gelmiştir, dinamiktir, kendine güvenmektedir.

Hegemonyasını kurabilmek için herkese ihtiyacı vardır. Madem ki bu “tanrı misafiri” etkili biridir, ona kapıyı açıp altına bir döşek sermekte ne sakınca olabilir. Egemenliğini kurduktan sonra onu “kendi çemberi”yle boğacaktır nasıl olsa. Yeni Şafak gazetesi yazarı Dücane Cündioğlu‘nun yazısını (“Özgürlük dairenin içinde değil, dışında”, 7 Haziran 2009) ben böyle okudum.

Hiç yorum yok: