1 Nisan 2010 Perşembe

KÖLELİK ZİNCİRİ 4/C VE TEKEL İŞÇİLERİ - YENİ “KUNTA-KİNTE”LER(1)

Mahmut KONUK

Beyaz köle avcıları O’nu Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında avladığında genç,zıpkın gibi bir delikanlıydı.Boynuna,bacaklarına,kollarına vurulu prangalara bağlanan kalın zincirleri her an koparıp atacak yırtıcı bir kaplan gibi duruyordu yolculuk boyunca.Kara Afrika’nın dört bir yanından toplanıp korsan gemileriyle aç-susuz,kırbaç şakırtıları arasında günler-aylar süren bir yolculuktan sonra Amerika kıtasında toprağa ayak bastığında köle tacirleri tarafından satıldığı beyaz adamın malikanesinde nesiller boyu sürecek bir kölelik zincirine vurulduğunu ancak anlayabilmişti Kunta-Kinte!..

Etrafını çepeçevre kuşatan kölelik dünyasını parçalayamasa da boynuna geçirilen halkayı, kollarına, bacaklarına vurulan prangaları, zincirleri asla kabullenmedi ve torunu Horoz George’a gururla anlatılacak isyan ve direnişle dolu bir hayat hikâyesi bırakmayı başardı.

* * *

Bir sabah erkenden arabalarından inip Ankara sokaklarından AKP Genel Merkezine akan kadınlı-erkekli binlerce tekel işçisi kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini biliyorlardı.

Kendilerinden önce 23 Bin işçi işten atılıp 4/C statüsüne geçirildiğinde sıranın kendilerine de gelmekte fazla gecikmeyeceğini düşünmüşler miydi bilinmez ama yumurta kapıya dayandığında Başbakan Erdoğan’ın İstanbul’daki bir toplantısına gidip dertlerine çare dilemişlerdi.”Size iş miş yok kardeşim!.. Öyle yan gelip para kazanma devri sona ermiştir…” diyen Başbakan’ın sözleri bir kırbaç gibi şaklamıştı suratlarına!..

Eşleriyle, çocuklarıyla helalleşip geldikleri Ankara sokaklarını; “ölmek var dönmek yok” sloganlarıyla çınlattıklarında en çok da Başbakanın bu sözlerine içerledikleri göze çarpıyordu.

“Kapatılıncaya kadar her yıl TEKEL’i Türkiye’de vergi rekortmeni yapan biz değil miydik?” diye haykırıyorlardı.”Yan gelip yatmak isteyen kim? Biz hakkımızı istiyoruz…” diyorlardı.

Binlerce kişiyle gelip AKP Genel Merkezinin kapısına dayanan Tekel işçilerinin sonuç almadan geri dönme niyetleri yoktu.

Hükümetin de onları çiçekle karşılama niyeti yoktu. İlk günden polis barikatı, panzeri, copu ve gaz bombasıyla tanışmışlardı ama yılacak gibi değillerdi. Gece ayaz başladığında nerede kalacaklardı?

Hemen yanı başlarındaki yine Türk-iş’e bağlı Türk-Metal sendikasının salonundan polis zoruyla çıkarılmışlardı.

Ertesi gün Melih Gökçek’in “misafirperverliğinde” tıkıştırıldıkları spor salonu da onları almayınca 3.gün Abdi İpekçi Parkında oturma eylemi ve açlık grevine başlamışlardı.

Bu yeni “mekân”ları bir anda ziyaretçi-destekçi akınına uğramıştı.

KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin başını çektiği Ankara Muhalefetinin tüm bileşenleri Sosyalist ya da emekten yana siyasi partiler ve dergi çevreleri ile dernek ve kitle örgütleri yanlarındaydı.

Kapatılan DTP’den yeni kurulan BDP’ye geçen 5 Milletvekili de ziyaretçiler arasındaydı ve her birinin yaptığı konuşmadan sonra “yaşasın halkların kardeşliği” sloganı başta olmak üzere sloganlar eşliğinde uzun uzun alkışlanmışlardı.

İlk kez önemli oranda Kürt işçi barındıran ve Kürt hareketiyle arasına mesafe koyma gereği duymayan bir işçi hareketiyle karşı karşıyaydık.

Bu, Ankara polisinin hiç hoşuna gitmemişti.

Bir süre önce AKP’den ayrılıp yeni parti kuran Abdüllatif ŞENER’den CHP’li ,MHP’li vekillere kadar herkes oradaydı ve herkesi coşkuyla karşılayacak bir kitle bulunuyordu.

Aynı gün Genelkurmay başkanı İlker BAŞBUĞ, muharebe giysilerini giymiş, Trabzon’da savaş fırkateyninden hükümete “muhtıra” veriyordu.

Onları destek ziyaretinden dönüşümüzden bir saat kadar sonra aldığımız saldırı haberi üzerine koştuğumuz Abdi İpekçi Parkı savaş alanı gibiydi ve çevik kuvvetin işgali altındaydı.

Direnişçi işçilerden destek için gelenlere, yoldan geçen vatandaşa herkes, polisin azgın saldırısından nasibini alıyordu.

Olay anında orada bulunan bir muhabir “abi 10 senedir işçi-memur-öğrenci yüzlerce eylem izledim, polisin bu kadar şiddetle saldırdığı başka bir eylem hatırlamıyorum” diyordu.

25 Kasım’da Kamu Emekçilerinin gerçekleştirdiği grevin yankıları devam ederken, İstanbul’da İtfaiyeciler greve başlarken Tekel İşçilerinin Ankara’nın göbeğine bir direniş odağı kurmaları siyasal iktidar için korkulu bir rüya, bir karabasan demekti. Onun için derhal dağıtılmaları gerekiyordu.

Kürt vekilleri sıcak karşılamak da asla affedilmeyecek bir “suç” tu.

Ve nihayet Genelkurmay Başkanı’nın savaş fırkateyninden ilan ettiği muhtıra’nın gündeme “olabildiğince” az oturmasını sağlayacak bir “olay” hiç fena olmazdı!..

Bütün bu faktörler AKP’deki işçi-emekçi hakları düşmanlığıyla bir araya geldiğinde ortaya Abdi İpekçideki dehşetli saldırı çıkıyordu.

Hiç yorum yok: