14 Haziran 2009 Pazar

Tek Ülkede Sosyalizm



Gün Zileli
zileligun@hotmail.com


“Tek ülkede sosyalizm” sorunu benim açımdan yirmi yıl geride kalmış bir tartışmadır. Bu konuyu, en son, ayrıntılı olarak, 1990 yılının Ocak ayında basılan Bürokrasi ve Sosyalist Demokrasi (Mehmet Gündüz adıyla, Koral Yayınları) adlı kitabımda işlemiştim. Aşk ve Devrim (http://www.gunzileli.com/) sitesinde açılan hararetli bir tartışma olmasaydı bir daha da ele almaya niyetim yoktu.

Marksistler açısından devrim, tek tek ülkelerde siyasi iktidarı ele geçirerek “ileri üretici güçleri” fethetmek ve bu temelde, kapitalist üretim ilişkilerinin yerine devletçi üretim ilişkilerini kurmaktı. Bu devletçi sisteme “sosyalizm” adını vermişlerdi. Devletçi sosyalizmin tam zaferi (bu tam zaferin ancak dünya çapında kapitalist ilişkilerin yıkılmasıyla mümkün olacağını düşünüyorlardı), devleti de gereksiz kılacak, devlet giderek sönecek ve sınıfsız komünist toplum aşamasına geçilecekti.

Anarşistler, bu Marksist devrim anlayışıyla temelden çelişiyorlardı. Birincisi, onlara göre, siyasi iktidar, ele geçirilmesi gereken bir araç değil, daha baştan yıkılması gereken bir kötülüktü. İkincisi, eşitlikçi ve özgür ilişkiler kurmak için “ileri üretici güçler” bir zorunluk değildi. Tayin edici olan, üretici güçler ve onların düzeyi değil, insanların bu ilişkileri kurma isteğiydi. “Geri” denen üretici güçler temelinde de pekâlâ özgür ve eşitlikçi ilişkiler (“üretim ilişkileri” deyimini kullanmadılar) kurulabilirdi. Dolayısıyla, anarşistler için üretici güçler temeli denen şeyin fazla bir önemi yoktu, “bilimsel sosyalizm”den bu bakımdan kesinlikle ayrılıyorlardı. Öte yandan, anarşistler, yine Marksistlerden farklı olarak, tek tek ülkeleri devrimin birimleri olarak ele almıyor, toptan ve tek zamanlı olmasa da, ulusal sınırları yok eden dünya çapında bir devrim öngörüyorlardı.

Anarşistlerle Marksistlerin devrim konusunda birleştiği tek nokta, sömürüden ve despotizmden kurtulmuş özgür bir dünyanın (muhtevada farklı şeyler anlasalar da), ancak kapitalist ilişkilerin dünya çapında yıkılmasıyla gerçekten mümkün olabileceğiydi. Hatta Marksistler bu konuda daha da globalciydi. Anarşistlerin en azından bir kısmı, kapitalizm içinde de özerk küçük adacıklarda bazı özgürlükçü deneyimler yaşanabileceğini ileri sürmüş, hatta bu tür deneyimler yapmışlardır.

Bu özetlemeden sonra, Marksistlerin kendi aralarındaki “tek ülkede sosyalizm” tartışmasına geçebiliriz.

1924 yılına, yani Lenin’in ölümüne kadar, Menşevikler de dahil, Marksistler arasında, sosyalizmin nihai zaferinin kapitalizmin en azından dünyanın en “ileri” (en “ileri üretici güçlerine” sahip) kapitalist ülkelerinde “sosyalizmin” iktidarı ele geçirmesiyle, yani kapitalizmin dünya çapında bir sistem olmaktan çıkarılmasıyla ve bu ileri üretici güçlere dayanılarak gerçekleşeceği konusunda bir ayrılık yoktu. Dolayısıyla, tek ülkede sosyalizmin nihai ve kesin zaferinin mümkün olmadığı ve olamayacağı, Marksist teorinin temel taşlarındandı. Lenin, bunu çok açık belirtmiştir: “Biz oyunumuzu uluslar arası bir devrimin gerçekleşmesi ihtimali üzerine kurduk ve bu hiçbir şarta bağlı olmaksızın doğruydu… Tek ülkede sosyalist devrim gibi bir eserin gerçekleşmesinin imkânsız olduğu gerçeğini her zaman vurguladık.” (Lenin, Toplu Eserler, c.25, s. 473-474, Rusça 3. Baskı) Stalin de, Leninizmin İlkeleri kitabında aynı görüşü tekrarlamış, fakat daha sonraki gelişmelere bağlı olarak kitabın bu baskısı tedavülden kaldırılmıştır.

Elbette Bolşevikler, Troçki de dahil, iktidara geldikleri Rusya’da, daha sonra Stalinistlerin yaptıkları demagojilerin tersine, “sosyalizm” adını verdikleri, devlet mülkiyetine dayanan bir sistem kurulmasına karşı değillerdi. Bırakın karşı olmayı, “sol muhalefet”in teorisyenlerinden, “ilkel sosyalist birikim” teorisini ortaya atan Preobrajinski, devletçi sistemin sanayileşmeyi en aşırı yöntemlerle, iç sömürüye baş vurarak gerçekleştirmesini savunuyor, Troçki, sanayinin askerileştirilmesine kadar vardırıyordu işi ki, zaten Stalin, 1930 yılındaki hızlı sanayileşme ve zorla kolektifleştirme programını uygularken “sol muhalefet”in bu tür önerilerini benimsemiştir. Yani, Stalin’le Troçki arasında, Sovyetler Birliği’nde devletçi sosyalizmi kurmaya girişmek konusunda bir ayrılık yoktu.

Peki ayrılık neredeydi? Troçki, klasik Marksist ve Bolşevik teze bağlı kalmaya devam etmişti. Klasik Bolşevik tez, “sosyalizm”in nihai zaferinin, ancak dünya kapitalizminin tüm ekonomileri belirleyen bir dünya sistemi olmaktan çıkmasıyla ve batı kapitalizminin “ileri üretici güçlerinin” ele geçirilmesiyle mümkün olabileceğini ileri sürüyordu. Bolşevikler, “dünya devrimi” adını verdikleri, dünya çapındaki iktidarlarının ve “ileri üretici güçleri” ele geçirmelerinin, bu nihai zaferin olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünüyorlardı.

Stalin, bu Bolşevik yoldan saptı. Zaten bu yüzden de bütün eski Bolşevikleri kısa yoldan ölüm yolculuğuna gönderdi. Bolşevikler de Stalin gibi devletçi ve kalkınmacı olmakla birlikte, onların gözü dünya çapındaki iktidardaydı. Bu anlamda “enternasyonalist”tiler. Stalin ise, en azından içinde bulunulan aşamada dünya çapında iktidar hedefinden vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyordu. O, her şeyin Rusya’nın hızlı kalkınması ve sanayileşmesi hedefine tabi kılınmasından yanaydı. Bu anlamda bir Rus milliyetçisiydi. Zaten bu yüzden Komintern de, Rus ulusal çıkarlarının uluslararası plandaki basit bir aleti haline getirilmişti.

Bu konu elbette çok dallı budaklıdır. Ben burada kısa bir özetleme yapmaya çalıştım. Bitirirken, Stalinistlerin bu gün de devam eden çarpıtmalarına kısaca değineyim.

Tek ülkede devrim mi, değil mi diye bir tartışma yoktur. Böyle bir tartışma Stalin ile Troçki arasında bile cereyan etmemiştir. Bu, demagojinin boyutlarını iyice geliştiren zamanımız Stalinistlerinin, varmış gibi göstermeye çalıştığı uydurma bir tartışmadır.

Stalin’le Troçki arasındaki tartışma, tek ülkede sosyalizmin inşasına girişilsin mi, yoksa girişilmesin mi tartışması da değildir. Yukarda da belirttiğim gibi, Troçki, devletçi ve kalkınmacı yönelimin en aşırı temsilcisiydi. Tartışma, “tek ülkede sosyalizm”in nihai zaferinin mümkün olup olamayacağıydı. Aslında işin özü, işçi ve emekçilerin ölümüne çalışmaya sürülerek, aşırı bir şekilde sömürülerek, Rus köylülüğünün yok edilerek, korkunç bir polis terörüyle kısa sürede gerçekleştirilecek Sovyet hızlı sanayileşmesine, Stalin’in “sosyalizmin nihai zaferi” adını takmasıdır. Bir anlamda bu adı takmakla haklıydı da. Lenin’in, kapitalizmi üreten bataklık olarak tanımladığı küçük üretimin temsilcisi köylülüğü ortadan kaldırarak gerçekleştirmişti Rus ağır sanayileşmesini.

Ve tabii ki, gerçekten eşit ve özgür bir toplumun temeli olan insan unsurunu da ortadan kaldırarak.

Hiç yorum yok: