24 Ekim 2009 Cumartesi

Yolun yarısı ilk adımla alınır, ama...


Murat Çakır
cakir@rosalux.de

Biliyorsunuzdur, ünlü bir Çin atasözü 'Yol ne kadar uzak olursa olsun, ilk adımla yarısı alınmış demektir' der. Yani çıkılacak yol ne kadar uzak, ne kadar meşakkatli ve engebeli olursa olsun, 'yola çıkma iradesidir mesafeyi kat etmeyi sağlayan' anlamında kullanılır bu deyiş. Bu açıdan bakıldığında, hafta başında Türkiye'ye gelen Barış ve Demokratik Çözüm Grubu üyeleri, bir kez daha sorunun barışçıl bir biçimde çözümünde ısrarlı olunduğunu kanıtlamışlardır.

Bence bu gelişme birkaç noktanın daha göz önüne çıkmasını beraberinde getirmektedir. Birincisi; 'Abdullah Öcalan Kürt halkının önderidir' söylemi artık tartışılamaz bir gerçeklikte kendi meşruiyetini ilan etmiştir. Her kim ki barışın tesis edilmesini ve demokratikleşme sürecinin gerçek anlamda başlamasını ciddiyetle istiyorsa, bu meşru konumu dikkate alarak adımlarını atmak zorundadır. Abdullah Öcalan'ın içerisinde olmadığı bir sürecin başarı şansı artık kalmamıştır.

İkincisi; Kürt halkı, kendisine dayanan hareketin Kürt halkının büyük çoğunluğunu bizzat taşıdığını göstermiştir. 'PKK halktır, halk PKK' sloganı, basit bir ajitasyon değil, Kürtler açısından günümüzün en önemli gerçeğinin bir ifadesidir. Her kim ki 'Son terörist kalıncaya kadar...' ile başlayan söylemleri sürdürmeye devam ediyorsa, o, 21. yüzyılda yeni bir jenositle sonuçlanmasını istediği bir savaşın kışkırtıcılığını yapıyor demektir. Şu koşullarda PKK'yi 'yok etmek' ancak Kürt halkını yok etmekle olanaklıdır.

Üçüncüsü; 'Dağdan ovaya inmek', barışmak, siyaset yapmak istediğini kanıtlamış ve tıkanmışlık içerisinde bocalayan 'karşıtına', tıkanmışlığı siyasetle aşma, savaş baltalarını bir daha bulunmamak üzere gömme ve hiç kimsenin onuru zedelenmeden, barışçıl bir merkezde buluşma olanağını yaratmıştır. Vicdan sahibi olan, hakkaniyet duygusu körelmemiş hiç kimse, bu olanağın heba edilmesine izin vermemelidir.

Ancak dördüncüsü; 'yolun diğer yarısını' alacak adımın, Türkiye'deki toplumsal çoğunluğun kazanılmasıyla atılabileceğinin ortaya çıkmasıdır. Doğru, Türkiye'ye gelen grubun tutuklanmaması ile devlet olumlu bir tavır sergiledi. Türkiye'deki karar vericiler Ortadoğu'nun yeniden düzenlenme çabaları ile uluslararası durum ve bölge dinamiklerinin yönelimleri karşısında, rejimin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve yeni bölgesel stratejik hedeflerin bekası uğruna bazı pragmatist adımlar atmaya yanaşabilirler. Ama bu, laiklik-antilaiklik ayrışma çizgisinde birbirlerinden kopan, ancak Kürt sorunu bağlamında milliyetçi reflekslerde birleşen toplumsal çoğunluğun çelişkili ve karmaşık duygu dünyasına ne denli tercüman olabiliyor? Kaldı ki maddi yaşam koşullarının ağırlığı altında giderek daha çok bunalan ve alışılagelmiş imtiyazlarını kaybetme hissine kapılan çoğunluk toplumu bireylerinin, sicili zaten temiz olmayan egemen politikaya daha az güvenmekte olduğu bir ortamda?

İşte son beş günün gelişmelerine Türkiye dışından baktığımda bu çıkarsamaları yapıyor ve Avrupa'daki basının şaşırtıcı bir derecede gelişmeye 'sıradan bir haber' mantığıyla yaklaştığını gördüğümde de, 'yola' sayısız 'mayın' döşenmekte olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Avrupa'da geçirdiğim 40 yıl ve Avrupa siyaseti içerisinde edindiğim deneyimler bana, Avrupa'nın kendi çıkarları söz konusu olduğunda, Avrupa'yı Avrupa yapan değerleri bile çiğnediğini, demokrasi, barış ve insan haklarını sermaye çıkarlarının gölgesi altında tuttuğunu öğretti. Türkiye egemenlerinin de aynı şekilde davrandıklarına/ davranacaklarına ismim gibi eminim. Bu nedenle egemenlere güvenmemek benim için siyasi bir kıstas haline geldi.

Tarih bize, egemenleri düşündüklerinin tersini yapmaya itenin, iyi veya kötü olmalarının değil, halk kitlelerinin mücadelesi olduğunu gösteriyor. Ancak, gene insanlık tarihi toplumsal çoğunluğu oluşturan kesimlerin bilinçaltında kök salmış utanç ve öfkenin, zedelendiği zannedilen onurun ne denli trajik olaylara yol açtığını da göstermekte. Egemenlerin onyıllardır toplumu yönlendirmek için körükledikleri düşmanlıkların derinleşerek artması durumunda ortaya çıkabilecek bir cinnet sarmalı, yönetenleri 'halka rağmen' yönetemeyecek bir konuma sürükleyerek, şiddetin azgınlığına boyun eğmeye zorlayabilir, aniden oluşan cinnet seli herşeyi ve herkesi önüne katıp sürükleyebilir.

Bu nedenle sadece Kürtlerin 'yola çıkma iradesi, yolun alınması için' yeterli olmayacaktır. 'Yolun' diğer ucunda duranlar da 'yola çıkma iradesini' göstermelidirler. Son gelişme, solu, liberalleri, demokratları, entellektüelleri ve muhafazakarlarıyla Türkiye'nin demokratikleşmesini arzulayan bütün kesimlerin toplumsal çoğunluğu kazanmak için canla başla uğraş vermelerini, barıştan yana cesaretli adımlar atmalarını zorunlu kılıyor.

Hani, şeytanın avukatı misali, bir hatırlatayım dedim.

Hiç yorum yok: