1 Ağustos 2009 Cumartesi

İNSAN MIYIZ YOKSA KÖLE Mİ?



Hüseyin Habip Taşkın
habibtaskin@gmail.com

İşçiyiz, emekçiyiz fakat tırpanı yiyen yinede biziz. Köşe taşlarını yerine oturtan, emek harcayan ve sonrada bir avuç kapitalistler tarafından emekleri buharlaşan biziz. Dünyayı şekillendiren, aydınlatan biziz. Biz olmadan üretim olmaz. Sırtımızdaki kambur “kapitalizm” var olduğu sürece iliklerimizi emmeye devam edecektir. İnsan mıyız? Yoksa köle miyiz? Bu iki soruyu kendimize sorup yerimizi belirlemeliyiz.

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi, yasalarıyla günümüzde varlığını korumaktadır. Bunlardan bir tanesi o dönemde budanan işçi haklarıdır. İşçi hakları geçmiş dönemdeki çalkantılı günleriyle günümüze kadar darbeler ala ala sürüklenerek, tökezlenerek gelmiştir.

Hatırlatmakta fayda vardır! Özal iktidara geldiğinde, darbeci Evren’de Çankaya’nın koltuğunda otururken Cumhurbaşkanıydı. Özal, küçük Amerika hayallerinin peşinde koşanların safında yer aldığı için “Her evde bir milyoner olacak” demişti. İlerleyen yıllarda paramız pul olurken, her evde milyoner değil, aksine herkes milyoner oluvermişti. Paralarımızın üstünde çok sıfırlar görmüştük.
12 Eylül 1980 öncesinde taşeronlaşma TBMM’sinde konuşulmuştu. Askeri faşist darbe’nin olmasıyla, sendikaların ve derneklerin kapatılmasıyla muhalefet olanların ses ayarlarıyla oynayarak susturuldu. Özal iktidarında taşeronlaşma ve devletin kamu alanlarından bazılarının özelleştirilmesine yeşil ışık yakıldı. Taşeronlaşmanın getirdiklerine bir bakalım; Ucuz işgücü, çalışma saatlerinin on, on iki saate bulması ve birçok işyerinde sigorta primlerinin yatmaması, ayrıca yeni işe girenin sigortası o işyerinin patronuna kalmış, üç ya da altı ay sonra sigortalı yapmaktaydı. Çok kolay işten çıkarma ve diğer işçi haklarının gaspı o dönemde hız kazanarak bugünlere gelindi.

AKP iktidarı patronlara yakışan iş yasasının 7 maddesiyle işçilerin alınıp satılması, kiraya verilmesi yasallaşırken, sendikal örgütlenmenin önüne geçildi.

TBMM’sinde İş Yasasına eklenen bir hükümle özel istihdam bürolarına işçileri bir başka işverene kiralama imkânı tanıdı. İki AKP’li milletvekili 26 / 06 / 2009 tarihinde TBMM’deki görüşme sırasında gecenin 2’sinde verdiği bir teklif ile 4857 sayılı iş yasasının 7. maddesine 7 / a maddesi eklenmişti. ( kanun no 5920) Verilen teklifin adı “ Mesleki anlamda iş ilişkisi” adını taşımaktaydı.
AKP bu başarısıyla yıllardır patronların “TİSK” istediğini anlık görüntüyle özlemlerini gerçekleştirmiş oldu. İşçiler köle değil de nedir? İşçilerin hakları hep patron denilen kesme doğru ayarlandı. Bellerini doğrultamayan işçiler darbe üzerine darbe yemeye devam etti. Patronların rahatı bozulmasın diye faturanın ağır yükü işçiye kesilmeye devam etti. Tüm işlerde özveri işçiden istendi.
Böylece özel istihdam büroları sözleşme yaptıkları işyerlerine işçisini kiraya verebilecek. Alan memnun satan memnun, arada kalan işçiler her yönüyle inek gibi sağılacak. Alın size işçi hakkı..!
Yasaya göre bir işyerinde kısmi çalışanlar dahil toplam çalışanların yüzde 25’i kadar kiralık işçi çalıştırabilecek. Özel istihdam bürolarından kiralanan işçiler gittikleri işyerinde geçici çalışma süresi 18 ay’ı bulacak. İş yasasının 2.maddesinde yer alan sınırlamalar işverenin lehine çevrilerek geçici çalıştırmanın önü açılmış oldu.

Özel istihdam bürolarından kiralanan işçilerin ücretini çalışacakları işyeri ödeyecektir. Her iki tarafın yaptığı sözleşme kiralama sayılacaktır. İşçileri kiralayan işyeri özel istihdam bürosuna kelle başına işçi ücretinden komisyon ödeyecektir.

İşçinin devamlı çalışacağı bir yeri olmayacak. Hangi işveren işçileri kiralarsa, onlar orada çalışacak. İşçilerin asıl patronu özel istihdam büroları olacak. Bu konum itibarıyla kiralık işçiler, diğer işçiler gibi faydalandıkları hakların birçoğundan yoksun olacak. Sendikal haklar ve toplu sözleşmelerden faydalanılamayacak. Kiralık işçi yasası aynı zamanda ikinci sınıf işçiliği gündeme getirecek. Onlar birer mal ve istenilen yere sürülen bir alet ya da yedek parça olarak görülecek.
Kiralanan işçilerin çilesi bunlarla bitmediği gibi kıdem tazminatları, hafta tatilleri, yıllık izinleri, belirsizlik içinde olacak.

2003 yılında “Mesleki faaliyet olarak ödünç iş ilişkisi” ne ilişkin ilk düzenleme İş Kanunu Bilim Kurulunun hazırladığı taslak ile gündeme gelmiştir. DİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ sendikaları tavır aldıkları için TBMM’ne sevk edilirken metinden çıkarılmıştır.

Görünen, yapılan işlere kılavuz gerekmez. İşçileri köle haline getirmek için, her yolu deneyen iktidarlar! Dönem dönem yasa tekliflerini meclisin gündemine getirirler. Bu dönemde sessizliğin egemen olduğu bir ortamda hâkim sınıflar seslerini gür çıkarırlar.

Sosyal haklarımıza bile sahip çıkamıyoruz. Sınıf sendikasını yaratamıyoruz. Genel bir örgütlülüğümüzü sağlayamıyoruz. Çoğunluğumuz susuyor ve olanları yani gerçekleri görmemezlikten geliyoruz. Yarabbi şükür diyoruz. Alın yazımızdan kaçamayız diyoruz. Hep diyoruz. Ondan sonrada kazığın bize nasıl kaçtığını anlayamıyoruz. Canımız yandığında bireysel kalıyoruz, ne yapacağımızı bilemeyen çocuklara benziyoruz ve sonra birilerinin bizi ciddiye almasını bekliyoruz. Onun yerinede o birileri bizlerle kafa buluyor. Bilmem farkında mıyız!
Oysa bu ülkede seslerini meydanlarda yükseltmeye çalışan emekçiler var. Onları bir görebilsek ve elimizi bir uzata bilsek, rüzgârın yönü işçiden esecek umut içinde, eşitlik içinde…

Hiç yorum yok: