9 Ağustos 2009 Pazar

Yeni Süreci Anlamak ve Yol bulmak İçin “Arianne İplikleri”



“Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecek ve etkisizleştirilecek bir güç olarak tanımlandığı sürece, Türkiye’de her hangi bir ciddi demokratikleşmeden söz edilmez...Bugün bütün “Kürt Açılımı” destekçileri Kürt Özgürlük Hareketi’ni devreden çıkarılması, etkisizleştirilmesi gereken bir güç olarak görmektedirler. Dolayısıyla “Kürt Açılımı”nın bir demokratikleşme ile sonuçlanacağını düşünmek, temelsiz hayaller peşinde koşmak ve dolayısıyla da büyük hayal kırıklıklarına düşmeye önceden programlanmak demektir...”

Demir Küçükaydın

Demokrasi için mücadele yeni bir döneme giriyor.
Gelişmeler öyle hızlı ki, daha beş altı ay önce en cesur hayal gücünün tahayyül bile edemeyeceği olaylar yaşıyoruz.
Örneğin dün akşam, televizyonda Ahmet Türk ile saatler süren canlı yayın yapıldı ve bir gazeteci dil sürçmesiyle olsa da “Sayın Öcalan” dedi ve derdest ya da linç edilmedi.
Kürt Özgürlük hareketi’nin ardında bir Diyen Biyen Fu veya bir Tet Saldırısı gibi göz alıcı askeri başarılar yok belki ama, Zap’ta zaplama ve Seçim başarıları var.
Bunlar olmasaydı bu günkü “açılım”lar olmazdı.
Elbette ortada daha çok uzun bir yol var. Ancak koşullarda bir nitelik değişikliği de var.
Olayların gelişimi bir anda hızlanabilir. Yirmi günlerin yirmi yılda yaşandığı yıllar yaşandı, şimdi birden bire yirmi yılların yirmi günde geçildiği günler de gelebilir.
Eskilerin deyişiyle “ok yaydan çıkmış” bulunuyor.
Şu andan itibaren herşey değişmiş bulunuyor.
Bu yeni koşullarda yolu yitirmemek için ne yapmak gerekir, hangi “kerteriz noktaları”nı gözden yitirmemek gerekir?
Bu konuya kafa yoralım biraz.
Hazır reçeteler değil, yöntemdir konumuz.
Politik mücadele labirent gibidir. Yolu yitirmemek için, “Arianne İplikleri” gerekir.
Ya da bir bina yapmaya da benzetilebilir bir politikayı uygulamak. Bir bina yaparken nasıl önce “duvarcı sicimleri” (Almanların deyişiyle: “Leitfaden”) gerilirse öylesine “Duvarcı Sicimleri” germeye ihtiyaç var.
*
Burjuva devrimleri ve ulusal devletler çağının savaşlarından hareketle savaş teorisinin kavramsal temellerini ortaya koyan Carl von Clausewitz "Savaş Üzerine" adlı klasikleşmiş eserinde, savaşı, "karşı tarafa istekleri kabul ettirmek için şiddet uygulamak" olarak tanımlar.
Bu önerme çoğu kez yanlış anlaşılmakta, “karşı tarafa istekleri kabul ettirmenin” tek yolunun “şiddet uygulama” olduğu sonucu çıkarılmaktadır.
Şiddet uygulama, sadece yollardan biridir ve aslında uzun vadede en az başarı vadeden biçimdir. Egemen sınıflar bile sadece şiddetle istekleri kabul ettiremeyeceklerini denemeleriyle bildiklerinden, her zaman, şiddeti temsil eden cellatın yanına bir de gönüllü kabulü sağlayan bir rahip koymuşlardır.
Clausevitz, bu önermesini politik düzlemde, daha bilinen şekliyle şöyle de ifade eder: “Savaş, politikanın şiddet araçlarıyla devamıdır.” Yani savaş aslında sadece bir araçtır.
Araçlar ve amaçlar ilişkisi, ki buna strateji ve taktik ilişkisi de denebilir, statik değildir, belli koşullarda o amaca hizmet eden araçlar bir süre sonra o amaca ulaşmanın engelleri haline gelebilirler.
Araçlar ve amaçlar (yani politika) ilişkisinin statik olmadığı, her aracın hızla kendi zıttına dönüşüp verili amaca (politikaya) hizmet etmeyebileceği önermesi ışığında, savaşın zıddı kabul edilen barış da, “politikanın siddete ilişkin olmayan araçlarla devamı” olarak tanımlanabilir.
O halde, savaş kavramı, sadece şiddetle bağlantı içinde değil, çok daha genel anlamda, hedefe ulaşmak için tüm çabalar, yani mücadele anlamında ele alındığında, barış da savaşın bir biçimi olarak ortaya çıkar.
Yani savaş da barış da, strateji içinde taktik olarak, birer araçtırlar, birer taktiktirler, birer yoldurlar.
(Bu yollar, ayrı ayrı, birbirini izler tarzda veya aynı anda paralel olarak ve kombine biçimlerde kullanılabilirler. Bunlardan hangisinin verili amaca hizmet ettiği, bütünüyle, verili koşullar ve güçlere dair doğru bir kavrayışa dayanabilir.
Bu kavrayış ise her zaman ölçülebilir değildir ve bir çok psikolojik unsuru da içinde barındırır. Bu nedenle, Marks, Engels, Lenin, Troçki, Kıvılcımlı gibi bütün büyük devrimciler de (birçok burjuva düşünürü gibi) politika gibi savaşı da bir bilimden ziyade bir sanat olarak tanımlarlar. Çünkü burada psikolojinin, sezişin, cesaretin, korkunun da bir payı vardır.)
O halde, barışı da “politikanın başka araçlarla devamı” olarak tanımlamak mümkündür, tıpkı savaş gibi. Ve savaş kavramını çok daha genel anlamda, mücadele olarak alırsak, barış savaşın bir biçiminden başka bir şey de değildir. Çünkü, barış da “karşı tarafa kendi isteklerini kabul ettirmenin” bir yoludur.
*
"Kürt Açılımı" ve “barış” diye tartışmalar sürerken ve genel bir iyimserlik havası yayılırken, bu eski ama her zaman taze önermeleri hatırlatarak söze girelim dedik.
Bu hatırlatmayı yaptık, çünkü unutulan bir şey var, şimdi artık savaşın karşı tarafa istekleri kabul ettirmenin bir aracı olarak işlev görmediği, hatta giderek kendi zıttına döndüğü görüldüğünden, Türk devleti ve egemen sınıfları, Kürt özgürlük hareketine karşı mücadelesini (yani genel anlamda savaşını) barış biçimi veya bayrağı altında yürütmeye başlamış bulunuyor. “Barış”, savaşın bu günkü biçimidir.
Tabii burada şunu da unutmamak gerekiyor: henüz barışın da kendisi yok sözü var.
Ama barışın sadece sözü değil kendisi olsa bile, bu bir politika değişikliği anlamına gelmemekte, Kürt özgürlük hareketine karşı mücadelenin barış bayrağı altında götürülmesi anlamına gelmektedir. Yani bir taktik değişikliğidir, hedefler değişmemiştir: Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye hedefi aynen durmaktadır.
Gerek Zap’taki gibi askeri harekatlar, gerek seçimler, Kürt Özgürlük Hareketini tasviyede başarısızlıkla ve onun yeni mevziler kazanmasıyla sonuçlanınca, yani savaş aracının tasviye amacına hizmet etmediği görülünce, şimdi araçlar ve yollar değiştirilmektedir ama amaç değişmiş değildir.
Bunu tahlillerde bir an için bile akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bunu akıldan çıkaran bir anda karşı tarafın yedeği durumuna düşebilir.
Ve pek yakında bu görülecektir: Türk liberalleri ve Kürt liberallerinin hepsi, tam da bu alfabetik gerçeği; yani Hükümetin (Burjuvazi veya AKP) ve devletin (Askeri Bürkratik Oligarşi) Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye amaçlarının değişmediği, sadece bu tasfiye için kullandığı yolları değiştirmeye başladığı gerçeğini unuttukları için, Kürt Özgürlük hareketini tasfiyeye yönelik bu yeni taktiğin basit piyonlarına dönüşeceklerdir.
Ve bu yeni “Kürt Açılımı” denen taktik de esas olarak tam da bunu sağlamaya yöneliktir: Türk ve Kürt liberallerini, Kürt Özgürlük hareketi karşısında yedek veya hayırhah durumdan çıkarmak; Kürt Özgürlük Hareketini tecrit etmek ve yalnızlaştırmak.
*
Şu çok sık karıştırılmaktadır. Hedefin değişmesi ve yeniden tanımlanması, dolayısıyla da düşmanın tanımlanması ile hedefe ulaşmak için izlenen yolun ve araçların değişmesi çok farklı nitelikte değişikliklerdir.
Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecek ve etkisizleştirilecek bir güç olarak tanımlandığı sürece, Türkiye’de her hangi bir ciddi demokratikleşmeden söz edilmez.
Bugün bütün “Kürt Açılımı” destekçileri Kürt Özgürlük Hareketi’ni devreden çıkarılması, etkisizleştirilmesi gereken bir güç olarak görmektedirler. Dolayısıyla “Kürt Açılımı”nın bir demokratikleşme ile sonuçlanacağını düşünmek, temelsiz hayaller peşinde koşmak ve dolayısıyla da büyük hayal kırıklıklarına düşmeye önceden programlanmak demektir.
Serbestleşme ile demokratikleşme karıştırılmmamalıdır. Türkiye gibi ülkelerde tüm kanunlar ve anti demokratik yapı aynı kalmasına rağmen, bir takım uygulamaların değişmesi, her an geri alınabilecek bir “serbestleşme”den başka bir şey değildir. Bu serbestleşmeyi ancak liberaller demokratikleşme olarak görürler.
Serbestleşme ve demokratikleşmenin bu farkı unutulmadığında, “Kürt Açılımı”nın bir demokratikleşme anlamına gelemeyeceği açıktır.
Ama bu “Serbestleşme” ilk kez Kürt Özgürlük Hareketinin görüşlerini ve programını Türkiye halkına duyurabilmek için olağanüstü elverişli koşullar sunmaktadır.
Bu yeni durum olağanüstü elverişli koşullar yaratmaktadır ama aynı şekilde yeni tehlikeler de ortaya çıkmaktadır.
Kürt Özgürlük hareketi şimdiye kadar başarıyla sürdürdüğü tüm mücadele tarzını baştan aşağı değiştirmek zorundadır. Bu yeni aşamaya uygun yeni örgüt ve mücadele biçimleri gerekmektedir. Eski biçimlere takılıp kalmak, zaferi avucunun içinden kaçırmak anlamına gelecektir.
*
Her ikisi de Taktik kavramıyla karşılanmasına rağmen, Taktik içinde Taktik ve Strateji içinde Taktiği birbirinden ayırmak gerekir.
Strateji içinde taktik, bir saldırı mı yoksa bir savunma konağında mı olunduğu anlamına gelir. Taktik içinde taktik ise, o saldırı ya da savunma konağına uygun örgüt ve mücadele biçimleri anlamına gelir.
Kürt Özgürlük Hareketi, 1984’le birlikte bir saldırı içinde doğdu ve neredeyse 1992’ye kadar sürekli bir yükseliş gösterdi. Ancak 1992’den sonra savunmaya çekildi ve Türk devleti ve ordusu inisiyatifi kazandı. Bu saldırının temel örgüt ve mücadele biçimi Gerilla savaşı idi.
Duvar’ın çökmesiyle ibre tersine dönmeye başladı ve 1992’den sonra Devlet güçleri kesin olarak mücadele inisiyatifini ele geçirdi.
1992’den bu güne kadar, Kürt Özgürlük hareketinin bir savunma aşamasında olduğu söylenebilir.
Aslında daha 1989’dan sonra PKK savunma taktiğine geçebilmeliydi. Ne var ki, buna askeri ve politik olarak geçmesi çok uzun zamana ve büyük kayıplara yol açtı.
Bu aşamaya uygun taktikler ve mücadele biçimleri, Öcalan çok önceden durumu görmesine rağmen örgütüne kabul ettiremediği için, ancak İmralı’dan sonra adım adım örgüte yerleşebildi. Bir bakıma, Kürt Özgürlük Hareketinin tam da dibe vurduğu nokta, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Öcalan’ın epeydir önerdiği, yeni duruma uygun bir taktiği uygulamaya başladığı nokta oldu.
Bu günkü “Kürt Açılım”ları güçler ilişkisine uygun bu yeni taktiğin meyvalarıdır.
Unutulmasın, bu yeni taktiğe geçildiğinde, herkes PKK’nın bittiğini, Öcalan’ın teslim olduğunu söylüyordu. Bunun böyle olmadığını söyleyen bir kaç kişiden biri bizdik.
Ama şimdi tam da bu savunmaya alışılmışken şimdi bütün bilinenleri unutup, yeniden saldırı taktiğine geçmek gerekmektedir. Ancak bu seferki saldırının örgüt ve mücadele biçimleri askeri değil, daha ziyade legal, örgüt ve mücadele biçimlerine dayanmak zorundadır.
Bir savunma veya saldırı konağından diğerine geçiş her zaman bizzat o güçlerin içindeki ciddi direnişlerle karşılaşır. Bu nedenle, ciddi politikacılar, düşmana karşı harcadıkları enerjinin on mislini kendi saflarındaki direnişleri kırmak için harcamak zorunda kalırlar. Örneğin Öcalan, 90’lı yıllar boyunca adım adım örgüt içindeki o dar kafalıların etkisine karşı mücadele etmiyş olmasaydı, yakalandığındaki dönüşümü yapamaz, yapsa bile örgütü bir arada tutamaz ve olaylar bu günkü noktaya gelemezdi.
Benzer şekilde, Türk devleti içinde de çok uzun zamandır izlenen taktiğin yanlışlığını savunanlar olmasına rağmen, uzun iç mücadeleler sonunda ve en son olarak Ergenekon tevkifatlarıyla bu direniş kırılmış oymasaydı, Türk devleti de şimdi bu taktik dönüşü yapamazdı.
Kürt Haraketi, Türk Devletinin bu yeni taktiğine uygun, yeni örgüt ve mücadele biçimleri geliştiremezse, eski biçimlere ve söyleme takılıp kalırsa, bu güne kadar kazandığı bütün mevzileri uzun vadede yitirir.
*
Hedeflerdeki değişim ile o hedeflere ulaşmak için izlenecek yollardaki değişim çok farklıdır.
Hedeflerdeki değişim iki türlü ortaya çıkabilir:
a) ya o hedefi tanımlayan toplumsal gücün yapısında bir değişikliğin yansıması olarak ortaya çıkar
b) ya da farklı bir toplumsal gücün iktidarı almasıyla ortaya çıkar.
Yani, güç şu veya bu şekilde değişmeden hedef değişmez.
İkinci tür değişiklik, yani yollar ve araçlardaki bir değişiklik, hedeflerde ve o hedefleri belirleyen toplumsal güçte bir değişiklik anlamına gelmez.
Bu farkı iyi görmek gerekir. Yoksa yanlış düşman tanımları yapılır yanlış strateji ve taktikler izlenir ve yanlış hayaller yayılır. Sonra gelen hayal kırıklıkları da o hayaller ölçüsünde büyük olur.
*
Bu gün ortada ne gücün niteliğinde bir farklılık vardır ne de iktidardaki güçler değişmiştir. Bu güçlerin nitelikleri ise bellidir. Gerçek politik iktidarı elinde tutan, ta Sümerlerden beri gelen Osmanlı yadigarı: Askeri Bürokratik Oligarşi ve ekonomik ve sosyal iktidarı elinde tutan Burjuvazi ve onun özellikle Rum ve Ermeni’lerin tasfiyesiyle ilk sermaye birikimini yapmış yine onların kalıntısı üretim bilgisiyle Anadolu’da oluşmuş, büyük ölçüde dünya pazarı için üretim yapan “Anadolu Kaplanı” İslamcı Burjuvazi.
Bu güçlerin ikisinin de her hangi bir gerçek demokratikleşmeyle ilgileri yoktur ve bunun düşmanıdırlar. Bunlar kapitalizmin bu günkü ihtiyaçlarına uygun düzenlemelerden ötesini istemezler. Bu değişiklikler demokratikleşme ile karıştırılmamalıdır.
Bu tür değişiklikler ta Üçüncü Selim’den beri süregelmektedir. Hatta Osmanlı’nın Bizans’ı fethi bile bu tür bir değişiklikten başka bir anlama gelmez. Bu değişiklikler sonucunda modernleşme ve zaman zaman serbestleşmeler olsa da hiç bir zaman gerçek bir demokratikleşme olmamıştır.
Bu demokratikleşmeye en yakın olunan iki nokta, 1908 öncesi ile 1974-80 arasıdır. 1908 devrimi bir devrim değil, askeri bürokratik oligarşinin, devrimi önce kontrol altına almak ve sonra da boğmak için bir manevrasından başka bir şey değildir.
Bu bakımdan bugün durum bir yanıyla 1908 öncesine benzemektedir. O zamanlar Balkan ve Ermenistan dağlarındaki demokratik karakterli gerillalların yerini Kürdistan dağlarındaki gerillalar almıştır. Bu günkü “açılımlar” da 1908 “devrimi” ile askeri bürokratik oligarşinin bir geri çekilyiş ve kontrolü ele alış hamlesi gibidir. O zaman Osmanlı’daki demokratların, özellikle Ermeni sosyalistlerin düştüğü duruma düşülmemeli benzer hatalar yapılmamalıdır.
*
Bu genel ve temel önermeler ışığında "Kürt Açılımı" denen girişime baktığımızda ne görürüz?
"Kürt açılımı"nı yapan veya yapacak güç veya güçler, daha önceki şiddet araçlarıyla karşı tarafa iradesini kabul ettirmeye çalışan güçlerden farklı değildir.
Bu güçlerin temelinde derinden sosyolojik değişiklikler de olmadı. Genel olarak burjuvazi ve Anadolu Burjuvazisi de (Yani AKP veya Hükümet) Askeri Bürokratik Oligarşi de dün neyseler bu gün de öyleler.
O halde "Kürt Açılımı", amaçlarım değişmesi, farklı bir hedef tanımlaması anlamına gelmemektedir ve gelemez.
Yani Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesi ve tecridi esas hedef olmaya devam etmektedir. Şimdi bunun için kullanılan yollar değiştirilmektedir. Şimdi giderek Rahipler ön plana gelecek ve Cellatlar bir ölçüde geri çekilecektir.
Ama bu bile, bütün ulusal kurtuluş hareketleri deneylerinin gösterdiği gibi, daha ziyade cellat ve rahiplerin kombine ve paralel bir çalışması olarak görülecektir büyük olasılıkla.
En son Vietnam hatırlanabilir, bir yandan barış müzakereleri sürerken diğer yandan da savaş, hem de o müzakerelerin de akışına bağlı olarak ve çoğu kez de müzakerelerde eli güçlendirmek için tüm hızıyla sürüyordu.
*
Kürt Özgürlük Hareketi şimdi tarihindeki en ciddi meydan okumayla ve zorlukla karşı karşıyadır. Bu meyden okumadan da başarıyla çıkmadıkça, gerçek bir barış ve demokratikleşme, yani “Kürt Sorunu”nun gerçek bir çözümü ve demokratikleşme, yani daha da öz ifadesiyle “Türk Sorunu”nun çözümü gerçekleşemez.
“Kürt Sorunu”nun çözümü, Türk Sorununun çözümü ile mümkün olabilir, yani bu günkü gerici ulusçuluktan demokratik bir ulusçuluğa geçiş ile.
Demokratik ulusçuluk: ulusun bir dil, din, etni, soy, kültür, tarih ile tanımlanmasına karşı ulusu tanımlamaktır.
Kürt Özgürük Hareketi, programatik olarak bu yönde hiç küçümsenmeyecek adımlar attı. Ama bu adımlar Öcalan tarafından olağanüstü zor ve kendisine karşı kullanılmaya uygun koşullarda (Esir alınmışlık, hapislik) ve şovenizmin alıp başını gittiği koşullarda atıldı. Bu nedenle, henüz ne Kürtler ne de Türkler tarafından anlaşılamadı.
Ayrıca bu adımlar henüz hala yetersizdir. Kürt Özgürlük Hareketi, söyledikleri bir çok noktada buna yaklaşsa da, somut ve net olarak Türk Sorunu’nu çözmeyi hedef olarak ortaya koymuş değildir.
Bu da programatik değişikliklerin Kürtler ve Türklerce anlaşılmasını ve onların birer demokrata dönüşmesini engellemektedir. Bölünme henüz, Kürtler ve Türkler içinde Demokratik bir ulusçulukla gerici ulusçuluk arasındaki bir bölünme olarak ortaya çıkmamaktadır.
Hedef bu bölünmeyi sağlamak olmalıdır. Bu bölünme sağlanmadığı sürece Türkiye’de güçlerin yeni bir dizilişi ve bir demokratikleşme mümkün olamaz.
Kürt Özgürlük Hareketi, şimdi böyle bir bölünmenin yolunu açmak için, son derece elverişli koşullara sahiptir. Şimdi herkesin, Kürtlerden, Kürtlerin haklarından vs. söz ettiği bir noktada, Kürt Özgürlük Hareketi, sorunu Türk sorununu çözme ve demokratikleşme olarak koyduğu takdirde, ilk başta anlaşılmasa ve geçici olarak bir tecride yol açar gibi görünse de uzun vadede tüm toplumu dönüştürmeye başlar.
*
Bu yeni koşullarda başarı için özellikle nelere dikkat etmek gerekmektedir?
Birincisi, elbette, haklı pozisyonu biçimsel olarak da korumanın büyük önemi vardır. Bunun koşulu da çatışmasızlığın sürdürülmesi ve daha önce yapıldığı gibi güçlerin sınır dışına çekilmesi olabilir.
Elbette bu sefer eskisi gibi geri çekiliş yollarında 500 gerilla daha hayatını yitirmemelidir. Geri çekiliş Türk Ordu birliklerinin saldırmaması ve çatışmasızlık koşuluyla gerçekleştirilebilir.
Keza DTP’nin kadrolarına yönelik tutuklamalara son verilmeli ve bunlar serbest bırakılmalıdır.
Ancak bütün bunlar henüz ne barış ne de demokratikleşme anlamına gelmezler.
Ama özellikle şu iki tuzagğa düşmemek çok önemlidir.
1 - Giziliğin reddi, herşeyin ve halkın gözü önünde ve halka danışarak yapılması
MİT görevlilerinden Hasan Cemal gibi gazetecilere kadar herkes, “görüşmelerin” gizli yapılmasını savunmaktadır.
Bu gizlilik tam bir tuzaktır. Gizlilik baştan reddedilmelidir.
Halkın buna hazır olmadığı gibi gerekçelere de itibar edilemez. Halk değil, kendileri hazır değildir.
2 – Gerçek bir demokratikleşme olmadan silahların teslimi kabul edilmemelidir.
Herkes gerillanın silah bırakmasını barış sürecinin başlamasının koşulu olarak koymaktadır.
Bu reddedilmelidir. Demokratikleşme gerçekten amaç ise, gerillanın silah bırakması demokratikleşmeye ve demokratik bir Anayasanın kabulü koşuluna bağlanmalıdır. Önce gerillalar silahı bıraksın, sonra demokratikleşme değil; önce delmokratikleşme buna bağlı olarak gerillanın silahı bırakması. Gerilla demokratikleşmenin garantisidir.
Demokratik bir anayasa kabul edildiği gün de Gerillaların demokratik bir cumhuriyetin yöneticilerine silahlarını vermesi veya kendilerinin o demokratik cumhuruiyetin ordusuna katılmaları hiç bir sorun olmadan gerçekleşir.
Bu iki koşul, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendisinin tecridi ve yok edilmesine karşı bu hamleyi karşılayıp yok edebilmesi ve gerçek bir demokratikleşmenin yolunu açabilmesi için de olmazsa olmaz koşullardır.
Bu iki koşulun şimdiden apacık ortaya koyulması bile, bir anda Hükümet ve Ordunun gerçek niyetlerinin geniş kitlelerce kavranmasını kolaylaştırır.
Hükümet, Ordu ve Liberaller gizliliği, bizler açıklığı savunmuş oluruz.
Bu sadece karşı tarafı sıkıştırmaz, kendi saflarımızın da sağlam durmasını sağlar. Gizlilik en büyük tuzaktır, mücadelenin müzakerecilerce satıldığı yönünde haber yaymalarının ve fiilen satılmasının da koşullarını oluşturur.
İşçi mücadeleleri esnasında biz en büyük mücadeleyi, işverenle her türlü konuşmadan işçilerin haberdar olması; onların gözü önünde yapılmasını işverene kabul için verirdik. Şimdi de benzer bir durum söz konusudur.
İkinci koşul için de, eğer onlar gerçekten demokratikleşmede samimi iseler, en esaslı demokrasi gücü olan gerillanın varlığı onları rahatsız etmemelidir.
*
Hükümetin “Kürt Açılımı” Kürt Burjuvazisine, yani Barzani ve Talabani’ye dayanarak, Kürt Pleplerini, yani Kürt Özgürlük Hareketini tasfiyeye yöneliktir.
Bu gerici bir milliyetçilik çerçevesinde, hiç bir demokratikleşme sonucu doğurmayacak bir açılımdır.
Bu biçimiyle açılım, Türk Şehir Orta Sınıfları ve Aleviler açısından politik islamın güçlenmesi ve kendi hareket alanlarının daralması olarak algılanacak ve bir direnç oluşacaktır.
Bunun için Kürt Özgürlük Hareketi bu kesimleri kazanmalıdır. Bu ise gerçekten demokratik bir milliyetçiliğin (Yani ulusun Türklükle tanımlanmasına son verilmesi) ve laikliğin savunusu ile mümkün olabilir.
Ve ancak böyle bir çizgiyle, İşçiler AKP, yani İslamcı Burjuvazinin yedeği olmaktan çıkarılıp bir demokratik bir programa kazanılabilir.
Bu güçler aynı demokrasi cephesinde buluştuğu takdirde bunun önünde hiç bir şey duramaz ve ilkinden 210 yıl sonra ikinci bir “Fransız Devrimi” yapılabilir.
06 Ağustos 2009 Perşembe
demiraltona@gmail.com
demiraltona@hotmail.com

http://www.koxuz.org/
http://www.demirden-kapilar.org/

Hiç yorum yok: