12 Kasım 2009 Perşembe

BERLİN DUVARI, EROL ZAVAR, YÖK, ROJİN VE ‘DEMOKRATİK AÇILIM’




Adil Okay
adilokay@hotmail.fr

Havadan sudan yazayım bu gün diye oturdum bilgisayarın başına. Tuttuğum notlara baktım, hep iç karartıcı. Güler Zere, Erol Zavar, Berlin Duvarı, Rojin, YÖK’ün kuruluş yıldönümü. Hangisi hakkında yazayım diye düşünürken, neden hepsini kapsayan bir yazı olmasın dedim.

***
Güler Zere serbest bırakıldı. Gecikmeli olarak. Öyle sanıyorum ki eğer dışarıda yürütülen kampanyalar olmasaydı, o da İsmet Ablak gibi cezaevinde hayatını kaybederdi. Sevindim elbette. Dilerim sağlığına kavuşur. Şimdi sıra diğer kanser hastası tutsaklarda. Adlarını yeniden hatırlatmakta yarar var: Erol Zavar, Taylan Çintay, Yusuf Taylan, A. Samet Çelik, Halil Güneş, Nurettin Soysal, Veysi Özer, Latif Bodur, İsa Yağbasan, Deniz Yıldız. Ayrıca sağlık durumu kötüleşen, kendi başına yaşayamayan 39 tutuklu ve hükümlü daha var. İHD bu mahkumların durumuyla ilgili bir dizi etkinlik kararı aldı. İsmet Ablak’ın ölmeden önce yazdığı son mektubu okudunuz mu? Okumadıysanız mutlaka okuyun. İnsanı sessiz kaldığı için utandıran, gözlerini yaşartan bir veda mektubu. Erol Zavar’ın kızım Öykü’ye yazdığı mektupları kamuoyu ile paylaşmıştım. Ondaki insan sevgisini, doğa sevgisini göstermek için. Erol Zavar’ın ve diğer politik tutsakların, ‘F tiplerini’, hastalık ve tedavi koşullarını betimleyen mektuplarını sitemde ( http://www.adilokay.com/ ) bulup okuyabilirsiniz.

***
6 Kasım’da YÖK protesto edildi. Sayıları az da olsa YÖK’ün bir 12 Eylül faşist kurumu olduğunu, binlerce öğrenciyi, yüzlerce bilim insanını mağdur−kurban ettiğini unutmayanların varlığına seviniyorum. İktidara gelmeden önce ‘YÖK’e Hayır’ diyen AKP’den medet ummak, AKP’yi ‘demokrat’ saymak tabi ki akıllı insan işi değildi. Bu aklı evveller bir zamanlar cuntanın tercihi, Evren’in has adamı Özal’ı da demokrat ilan etmişlerdi. Ne yaptı AKP iktidara gelince? Verdiği sözleri unuttu, YÖK’ü dağıtmak yerine, eline geçirmeye yöneldi. Ne de olsa YÖK de bir iktidardı. Ve bu iktidar nimetlerinden yararlanmak AKP için cazip geldi. AKP’nin ‘demokrat’ icraatları sadece bununla sınırlı değil. Hrant’ın katillerinden 301 hâlâ yürürlükte. Bu maddeden yargılanan yüzlerce insan var. Şemdinli bombacıları, Küçük Uğur’un katilleri serbest geziyor. Taş atan çocuklar yüzlerce yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Cezaevlerinde onlarca düşünce suçlusu, gazeteci yazar var. 1 Mayıs’ta Taksim’de yaşananlar unutulmadı. Ve diğer anti−demokratik, faşizan uygulamalar. AKP’ye demokrat diyenlere hatırlatılır.
***
9 Kasım 2009. Berlin Duvarının yıkılışının 20. Yılı. Kutlamalar var. Duvarların yıkılışı kutlanırken, İsrail’in yaptığı utanç duvarından söz eden yok. Berlin duvarının yıkılışı dünyada önemli bir olay. Hatta bir yüzyılın bitişini simgeleyebilir. Bir çağ−yüzyıl sadece matematik rakamlarla belirlenmez. Aynı zamanda o yüzyılın en önemli olayları ile başlatılıp bitirilir. Benim için 20.yüzyıl 1917 Ekim devrimiyle başlar. 1989 Berlin duvarının yıkılışı yani kapitalizmin tek başına dünyada egemenliğini ilan etmesiyle son bulur. Başlangıcı 1914 Birinci dünya savaşı sayanlar da var. Onlar 1917 Ekim devrimini yok saymak isterler. Hatırlıyorum duvarın yıkılışını kimi ‘sosyalistler’ de selamlamıştı. ‘Bürokratik sosyalizmden, gerçek sosyalizme’ geçeceğiz diyenler olmuştu. Tabi yanıldılar. Ben o sırada Paris’te sürgün hayatımın dokuzuncu yılındaydım. Sovyetlerin yıkıldığına inanamıyor, gerçek komünistler iktidarı alır, halk kapitalizmin inşasına izin vermez diye umut ediyor ve sabahlara kadar haber dinliyordum. Heyhat tarih beni yanılttı. Kapitalizm dünyada tek başına iktidar oldu. Dünya küresel bir cehenneme dönüştürüldü. Tabi tarih, “Kapitalizm, düzeltildiği takdirde en iyi alternatifsiz bir sistem olacaktır” diyenleri de yanılttı. ‘Sosyalist sistem’ yıkıldı ama kapitalizm halklara acı, ölüm, yıkım, savaş ve ekolojik felaketler getirmeye devam etti. Ve 21. Yüzyıl kapitalizmin küresel kriziyle, 2009’da başladı. ‘Sosyalizm yıkıldı, tarihin sonu, yaşasın kapitalizm’ diyenler saçını başını yolup yeniden Marks okumaya başladılar. Baksanıza Slavoj Zizek bile, 9 Kasımda The New York Times’te yayınlanan makalesinde ne diyor:

“Berlin Duvarının yıkılmasıyla başlayan süreçte, komünist rejimleri protesto eden insanların çoğu kapitalizm değil, ‘insani yüze sahip sosyalizm istiyordu’. Protestolara rehberlik eden idealler büyük oranda muktedir sosyalist ideolojiden alınmıştı. Belki de bu yaklaşım ikinci bir şansı hak ediyor. (…) Ölüm kızıldan iyidir, diye bağıran o sağcıların şimdi, hamburger yemektense kızıl daha iyidir, diye homurdandığı duyuluyor.”

***
Yıllar önce Trabzon’da TAYAD’lı gençlere linç girişimi giderek Türkiye’ye yayıldı. Bugün tescilli faşistlerin yanı sıra, apolitik bir kesim bile içindeki kötülük potansiyelini dışarı akıtmak için koşuyor. 1980 öncesi bu kesim on solcuyu bir arada görünce kaçacak delik arardı. Ama darbeden sonra taşlar bağlandı ve kurtlar sokaklara salındı. Cuntanın kalemşorları da bunları kışkırtıp durdu. İşte tam ‘Demokratik Açılım’ tartışmalarının olduğu bir dönemde Serdar Turgut adlı bir ‘köşelemeci’, şarkıcı Rojin’i linç etmeye kalktı. Onu dağa kaldırıp leş kargalarına yedirmekten söz etti. Serdar Turgut bu çıkışıyla (İnişiyle−alçalmasıyla demek daha doğru) büyük olasılıkla Trabzon’daki linç ordusundan, Sivas madımak’ta insanları diri diri yakanlardan, kadın düşmanı magandalardan ve Kürt düşmanlarından alkış almıştır. Ancak onun unuttuğu bir konu vardı. Rojin popüler bir Kürt şarkıcısıydı. TRT Şeş’te çalışmaya başlamış ve hayran kitlesini de arttırmıştı. Dolayısıyla Serdar Turgut gereken yanıtı aldı. Rojin’e çok geniş bir yelpazeden destek geldi. Doğrusu ben Rojin’i tanımazdım. Bu konuda cahilliğimi mazur görün. Ben, 1985’te Moskova’da ‘Dünya Öğrenci ve Gençlik Festivali’ne birlikte delege olarak katıldığımız sürgündaşım Şıwan’da takılı kaldım. Gazeteci yazar Güler Yıldız’ın, Rojin ve onun TRT Şeş ten ayrılma serüveniyle ilgili yazdığı yazı onu tanımama vesile oldu.

Rojin’e verilen bu destek, 12 Eylül darbesinden sonra gözaltlarında tecavüze, tacize uğrayan solcu genç kadınlar için de verilse ne kadar iyi olurdu. O zamanlar bir korku imparatorluğu kurulmuş, yüz binlerce insan cuntanın gazabına uğramış, binlerce devrimci Diyarbakır zindanlarında, Mamak’ta, Metris’te ve diğer cezaevlerinde insanlık dışı uygulamalara maruz kalmışlardı. Pamuk Yıldız, ‘O hep aklımda’ adlı romanıyla Mamak sürecini çok iyi anlatır. Adnan Yücel’de ‘Dörtlerin gecesi’ adlı destanında Diyarbakır cehennemini betimler. Ben de ‘Karanlığın İçinde Aydınlık yüzler – Ölülerimiz Konuşuyor’ adını verdiğim tiyatro oyunumda Diyarbakır zindanlarını anlatmıştım. Tabi demokrasiye geçildi masallarının anlatıldığı 1990’lardan sonra da gözaltlarında taciz ve tecavüz devam etti. Yargısız infazlarda ölenlerin sayısı binlerle telaffuz edilmeye başlandı. Bakalım ‘Demokratik Açılım’ bunlardan hesap soracak mı? Ve zaman aşımı demeden tecavüzcülerden, işkencecilerden, Şemdinli bombacılarından, Küçük Uğur’un ve Uğur gibi 350 çocuğun katillerinden, yargısız infaz amirlerinden hesap sorulacak mı? Umarım Rojin’e verilen desteğin çok daha fazlası, bu katillerden ve tecavüzcülerden hesap sorma kampanyalarına da verilir. Umarım sadece bu günkü potansiyel darbeciler değil, bizzat darbe yapıp yüz binlerce insanı işkencelerden geçiren, Diyarbakır zindanlarında insan aklının kabul etmeye zorlanacağı mezalimi uygulayan 12 Eylül generallerinin yargılanması için verilen mücadele yükseltilir.

***
Pastırma sıcakları başladı. Bir çay bahçesinde oturmuş yazıyorum. Neyse ki teknoloji gelişti. Taşınır bilgisayarımı alıp attım kendimi dışarı. Kış güneşi güzele gelirmiş. Ben de güneşte oturuyorum. Biz güzeliz tamam da, F tiplerinde o kadar güzel insan var ki. Ya onlar ne yapıyor. Gökyüzünü üç dört metrekarelik havalandırma avlusundan günde birkaç saat görebilen politik tutsaklar. Dolunayı görebiliyorlar mı? Yıldızları? “Kısa mesafe yürümekten denge sorunlarımız başladı” diyor bir politik tutsak mektubunda. Bir diğeri “uzaklara bakamamaktan göz kaslarımız zayıflamış” diyor. Bir başkası da “konuşma güçlüğü başladı zira konuşacak arkadaş bulamıyoruz ya tek başımıza kalıyoruz bir hücrede ya da iki en fazla üç kişi” diyor. Yakında açılır mı kapılar? Açılım onları da kapsayacak mı? Kapsamazsa onların sesini duyurmak için kaç kişi sokaklara dökülecek? Kaç kişi haykıracak. Kaç kişi haykıracağız.

Sokakların sesi kesilirse dünya değişmez… Duvarlar seslere sağırlaşırsa değişim olmaz…

http://www.adilokay.com/

Hiç yorum yok: