21 Mayıs 2009 Perşembe

Yazarlığıma dair



Hasan Bildirici


"En son aldığım giysinin faturası dört yıl önceye ait. Kaldığım şehirlerin restoranlarından, gece hayatından ve masraf gerektiren eğlence mekanlarından uzak durdum. Yaşadığım İsviçre şehrinin hiçbir Kürt restoranı beni tanımaz. 16 yıldır beni çok görmek isteyen ablama bir uçak bileti bile alamadım...”



Basıldığı günden beri ilgiyle okunan Dönüşü Olmayan Yol adlı romanımın ikinci cildini bitirdim. Kürt çocuklarının inanılmaz fedakarlıklar içeren özgürlük mücadelesini tek cilde sıkıştırmak mümkün olmadı. Öyle anlaşılıyor ki, ikinci ciltte yetersiz kalacak. Dönüşü Olmayan Yol kitap dizisini, üçüncü kitap olan “Uçurum Atlıları” ile tamamlayacağım. Üçüncü kitap büyük ihtimalle, zaman olarak PKK Genel Başkanı Öcalan’ın tutsak alındığı yıllara gelip dayanacak.

Üç dizilik kitap serisiyle Kürt çocuklarının özgürlük düşlerini ve direnişlerini gücüm ve yeteneğim oranında edebiyatın kaydı altına almış olacağım. Gerisi geleceğin Kürt nesilleri açısından kolaydır. İstedikleri an bu kitapları yetkin bir şekilde Kürtçe’ye çevirebilirler. Bu kitaplar zaten Kürdistan’ındır. Kürdistan’ın ana toprağı gibi helaldir.

Dönüşü Olmayan Yol’un ikinci cildini son okuma için açtığımda çok hevessiz olduğumu hissettim. Defalarca denediğim halde birkaç sayfa bile ilerletemedim okumayı. Cümleler dağ gibi önüme dikildi. Yazdıklarımı beğenmedim. Bir çöküntü gibi yıkılıp kaldım.

Tıkanmıştım, zaten ne zamandır tıkandığımın ve bir çıkış aradığımın farkındaydım. Ben tıkanıklarımı hep Kürdistan halkı ve dostlarımızla tartışarak aştım.

Bir kitap nasıl yazılır, nasıl basılır, okurlara nasıl ulaştırılır?

Bunların değişik yolları var. Ancak en klasik yol şudur: Yazar, kitabını bir yayıncıya götürür. Yayıncı inceler. Beğenip basarlarsa yazara telif hakkı öderler. Öderler veya ödemezler. Yol bu. Ben bu yolun en büyük mağdurlarındanım. Değişik yayınevlerinde basılmış ilk dört kitabımın bir örneği bile bulunmaz kitap piyasasında. Basıldıktan birkaç ay sonra tükenmiş, tükendikleriyle kalmışlardır.

Sürgünde bir yazar için bu yolun bir sevinci ve heyecanı da yoktur. Sen sürgündeyken ülkede basılan kitabın nasıl dağıtılır, kimler ne düşünür, ilgi nasıldır bilemezsin. Sonra yasaklanır kitap. Kitap ülkede kelepçeli kalır, sen sürgünde...

Dönüşü Olmayan Yol’un ilk cildini Doz Yayınları bastı. Kitap yayınevini üç yıla mahkum etti. Telif hakkım olan iki yüz adet kitabı yayınevi bana gecikmesiz gönderdi. Daha sonra yayınevinde istediğim dört yüz adet kitaba 3 bin euro para ödedim. Yüzde kırk indirimli olduğu halde bu parayı ödedim. Ödemek zorundaydım. Yazar olmak, yayınevinden istediğim kadar kendi kitabımı çekme hakkı tanımaz bana.

Avrupa ve dünyanın değişik ülkelerindeki arkadaşlara kitap ulaştırabilmek için kendi kitaplarımı satın almak zorundaydım. Sağ olsunlar, çoğu arkadaş gönderdiğim kitap paralarını iletti, fakat kitap isteyen 200 kişiden 50 kişi kitap paralarının üstüne yattı. O durumda kırıldım, kendimi aldatılmış hissettim...

O kişilerin listesini adresleriyle birlikte çıkarıp masamın üstüne koydum. Beni bir daha aldatmamaları için yaptım bunu.

Bu sorun değil, bu tür şeyler kolay atlatılır.

Fakat atlatamadığım ve altından kalkamadığım durumlar var. Bu kitap karmaşasından kurtulmak için kitapları artık kendi olanaklarımla basmaya karar verdim. Son Mektup, Şervan 2. Baskı, Geçmişin Gölgeleri ve Pusu adlı kitaplarımı kısıtlı olanaklarımı zorlayarak bastırdım. Bu kitapların bana maliyeti 6 bin euro civarında bir paraya mal oldu. Baskı paralarının yarısını ödedim. Kalan yarısını yeni basılan kitapların satışından gelecek paralarla ödemeye çalışıyorum...

Bıktırıcı, sıkıntılı, bunaltıcı bir uğraş... Devleti, statüsü, destekleyeni ve koruyanı olmayan sürgünde bir Kürt yazarının, sürekli üretmek isteyen bir yazarın trajedisi aslında.

İsteyenlere internet üzeri ulaştıracağım 100-200 kitap parasıyla eski kitapların matbaa giderlerini karşılayıp, yeni kitaplara kaynak yaratmaya çalışmanın aslında umutsuz ve bıktırıcı trajedisini hep yaşıyorum.

Her yazımın altında kitap duyurusu yapmam bundandır aslında.

Bu tarzla ancak buraya kadar yol alabildim.

Dün gece kitabımın son okumasını yaparken kendime acıdım. Hep çalıştım, uykumu birkaç saate indirdim. Yemek masraflarım az olsun diye mağazaların kapanış saatlerine koşup indirimli yiyecekler aldım. En son aldığım giysinin faturası dört yıl önceye ait. Kaldığım şehirlerin restoranlarından, gece hayatından ve masraf gerektiren eğlence mekanlarından uzak durdum. Yaşadığım İsviçre şehrinin hiçbir Kürt restoranı beni tanımaz. 16 yıldır beni çok görmek isteyen ablama bir uçak bileti bile alamadım.

Buna rağmen kitap basım masraflarının altından kalkamadım. İnternet üzeri gönderdiğim birkaç yüz kitabın geliri bir sonraki kitabın masraflarını karşılamaya yetmedi.

Hapishanede de aynı koğuşlarda birlikte kaldığımız Selim Çürükkaya bir gün benim için kendi sitesinde şöyle yazmıştı.:

“Hasan Bildirici' yi çok yakından tanırım; Müthiş bir kalemi var. Gözü kör olsun feleğin, değeri bilinseydi Hasan'ın, bir gün edebiyat bayrağını dünyanın damına dikecek adam olacağı muhakkaktı.”

Evet Selim böyle demişti. Bir cümle de ben ekleyeyim. Kalemin müthişliği yetmiyor, kalemi benden daha yetkin kullanan dil ustaları var. Bir de büyük yürek gerekiyor. Büyük yürekle birleşmiş müthiş kalemin yıkıp geçmeyeceği set yoktur.

İmkansızlıklar... Beni ateş çemberi gibi kuşatan imkansızlıklar... Ne arşivim var, ne herhangi bir arşive girme olanağım var. Yazdığım kitapların çevresi bir tarafa, normal bir basım yapma olanaklarından da yoksunum. Bir yazar düşünün ki, mesleği gereği yeni çıkan romanları alacak ekonomik olanağı bulunmuyor....

Bir yazar düşünün kitaplarının yarısının piyasada tek örneği yok. Yine bir yazar düşünün kitaplarını kendi basıyor, taşıyor, ilanını veriyor, paketliyor, buna rağmen bir sonraki kitabına olanak yaratmada zorlanıyor...

Tarihte bir çok yazarın bu şekilde acı çektiği söylenir. Fakat acı çeken o yazarların aynı zamanda bir devletleri olduğu için vakti geldiğinde kendi devlet ve toplumlarının en saygın insanları olurlar... Nazım Hikmet öyle, Neruda öyle... Ancak bizim o şansımız hiç olmayacak. Vatanımızı gasp etmiş Türk devleti Türk sanatına, edebiyatına, kültür ve siyasetine yatırım yaparken bizler yetim olma özelliğimizi sürdüreceğiz... Ömürlerimiz yoksunluk ve takiple geçecek.

Siyasetçiler belki Türk parlamentosunun milletvekili olabilecek, ancak ulus hakkını isteyen hiçbir Kürt yazarı Türk devletinden destek görmeyecek; aksine, baskı ve şiddet görecektir... Onun için diyorum ya, ah devletsizlik... Bir Kürt devleti olduğu zaman kavga dövüş hiç olmaza hakkımızı isterdik. Bu devletle kavga ettiğimizde, ya sev ya terk et diyor.

O yok, bu yok, şu yok... Ancak ben hala yazıyorum ve tıkandım.

Tıkanıklığımı, Bazı Kürtlerin çok sık tekrarladıkları gibi Türk basın ve yayın olanakları ile Fethullahçı projeler kullanarak gidermek yoluna gitmem. Ben, Kürdistan halkının boyun eğmez asi bir yazarıyım. Irkçılıktan nefret ederim, fakat ilişkiye geçtiğin an seni benliğinle birlikte satın almayı deneyen Türk basın ve medya üç kağıtçılığından ölene kadar uzak duracağım. Ne basım için bir kitap göndereceğim, ne gazetelerine yazı yazacağım ne de herhangi bir destek isteyeceğim. Ben Kürdistanlıyım, orada doğdum, orada var oldum. Halkımla birlikte kavgalar tutuştum. Ya onlarla birlikte var olacağım, ya da usul usul yitip gideceğim... Sorunlarımı bu nedenle Kürdistanlılarla tartışıyorum.

Benim önümde üç kitap projesi var. Bu üç kitap projesi beni zorlayacak. Dönüşü Olmayan Yol 2, Dönüşü Olmayan Yol-Uçurum Atlıları ve kaybolmaması için binlerce makalemin en seçkinlerinden oluşturacağım Sürgün Yazıları... Bu üç kitabı tamamlayıp, dünya edebiyatına doğru yelken açmaya çalışacağım.

Bunu başaracak güç, kudret ve roman potansiyeline sahibim. Ben, Ermeni yıkıntıları üzerinde doğup büyüdüm. Çocukluğum, Van Gölü kıyılarındaki Ermeni yıkıntıları arasında geçti. Bu yıkık köylerin birinde, tam Van Gölü dalgalarının patladığı yerde bir köy çeşmesi vardı. Gölün hırçın zamanlarında dalgalara karışan çeşme, bir kadife kadar durgun zamanlarında açığa çıkardı. O çeşme bir Ermeni çeşmesiydi. O çeşmenin ait olduğu köyün yıkıntılarını çocukken tırnaklarımla kazırdım. Ermeni genç kızlarına ait takılar, taraklar bulurdum. Bir gün hala tütün kokan bir pipo buldum. Sonra bir çocuk ayakkabısı çıktı taşın altından. Delirdim, mahvoldum... Çocuk ayakkabısı sanki ağlıyordu.

Babama yitirilmiş köyün hikayesini sordum. Tersledi, sorma dedi. İnat edip ağladım, öğrenmek istedim:

“Lanet çocuk,” dedi. “Kabuk bağlamış yaraları neden kanatıyorsun! O köy, halkı öldürülmüş bir Ermeni köyüdür.”

İşte o zaman o yıkıntılardan korkup kaçtım. Fakat ovanın neresine gittimse taş altında bulduğum o çocuk ayakkabısıyla karşılaştım. O ayakkabı hep ağlıyordu. Sonra Paris’te çok yaşlı bir Ermeni kadın tanıdım. 1915 katliamında 13 yaşındaymış. Çok az Türkçe ve Kürtçe biliyordu. Yolu tam da, kimliklere plastik kapladığım caddeden geçerdi. Bir gün yanıma oturdu. Yaşlı yüzünü omzuma yasladı. Toprağım gibi kokuyordu kadın; annem gibi, ninem gibi, yengem gibi...

Katliamdan kurtuluş hikayesini anlattı.

“Katliam sırasında on üç yaşındaydım. Bütün ailem öldürüldü. Van Gölü civarındaki köyde külotumu çıkarıp elime aldım, ancak Antep’de giye bildim. Üç aylık yolculuk boyunca önüme çıkan herkes üstümden geçti. Canımı öyle kurtardım.”

Kızcağız sonunda İstanbul’a ulaşmış. Oradan da Paris’e... Paris’te bir kiliseye sığınmış. Ve o günden sonra bir daha erkek eli dokundurtmamış kendisine...

Bir yıl içinde çıkaracağım 3 kitabın ardından yazmaya başlayacağım roman bu. Belki büyük bir iddia olarak göreceksiniz, Ermeni katliamını en iyi onların yıkıntıları üzerinde büyümüş bir Kürdistan Yetimi anlatabilir.

Bkitabın adı “Ağlayan Ayakkabı” olacak. Küçükken, yıkık Ermeni köyünde bulduğum çocuk ayakkabısı ve Paris’te karşılaştığım Ermeni kadından hareket edecek romanın ön hazırlığı bile bir yıl sürer. Bütün Ermeni kaynaklarını taramak gerekiyor. Yaşadığım evin duvarlarını bu roman projesiyle çizmem gerekiyor... Son yıla ait dünya edebiyatının en önemli yapıtlarını okumam gerekiyor. Ve ondan sonra belki de ilk cümleye şöyle başlamak gerekiyor:

“1920 yılının ıslak bir Paris akşamında...”

Bu romanı tamamladıktan sonra çevri işleriyle kesin uğraşacağım. Kim bilir belki benim dünya edebiyatına girecek ilk kitabım bu olabilir. Bu aynı zamanda, Kürdistan halkının, katledilmiş kardeş Ermeni halkına mütevazı bir kültür armağanı olacak... Bir Kürt yetimin tuttuğu Kürdistan bayrağı, dünya edebiyatının doruklarında sonsuza dek dalgalanıp duracak. Eğer ağırlıklarımdan kurtulursam bunu başarabilirim.

Bu romandan sonra, eğer gasp edilmiş vatanım Kürdistan topraklarına gidebilmişsem; Zilan, Koçgiri, Dersim ve Şeyh Sait’i yazacağım. O vakitlerin son gözyaşlarını şimdinin özgürlük nehirlerine akıtacağım. Aylarca isyan dağlarında yatıp kalkacağım. Onların geçtiği vadilerden geçip, su içtikleri çeşmelerden içeceğim... Eski isyancılarla birlikte pusu atıp, pusu yiyeceğim... Ta ki, o dönemin ruhuna erene kadar... Ondan sonra da o kitapların ilk cümlesini yazamaya başlayacağım... O zaman muhtemelen ömrümün sonbaharı olacak... Bir Kürdistan yetimi, gelecek özgür Kürt nesillerinin belki de övünebileceği ve canları istediğinde kullanabilecekleri yirminin üstünde roman bırakarak bu dünyadan göçüp gidecek...

Hayat planım bu.

İçinde bulunduğum tıkanıklığı aşabilmem ve çerçevesini çizdiğim hedeflere ulaşabilmem için, ara birer basamak olarak gördüğüm ve yukarıda sözünü ettiğim üç kitabımın basımı için Kürdistanlılardan ve dostlarımızdan destek istiyorum.

Bu kitapların basımında bana destek olacak kişi ve kuruluşların ismini, her sayfasını çıldırtıcı bir emek ve duyarlılıkla yazdığım kitaplarımın ilk sayfalarında belirtmek istiyorum. O sayfa, bu kitapların basımını destekleyecekler için anne sütü kadar helal bir yerdir...

Bu çağrımı kimsenin yanlış anlamasını istemiyorum. Yanlış yorumlamasını da istemiyorum. Çok basit projeler için onbinlerce dolar veya başka para biriminde destek alan o kadar kişi, kuruluş ve yazar var ki... Bir kitap projesi için elli-yüz bin dolar para alanları biliyorum.

Benim, yeni basılacak üç kitabımın matbaa masrafının 6 bin euroyu geçeceğini sanmıyorum. 3 bin euro civarında bir borç da yeni basılan üç kitabımdan kaldı. Kapatamadım, çok uğraştığım halde denkleştiremedim. 3 bin euro matbaa borcum varken, yeni kitaplar için yeni matbaa borçlarını göze alamam.

Bu nedenle, ekonomik olanağı olan ve kültüre ufak bir yatırım yapmayı kendisi ve bütçesi için yük saymayan Kürdistanlılardan ve dostlarımızdan destek istiyorum. Bu desteği istemeye mecburum. Bu destek doğrudan matbaa yardımı şeklinde de olabilir. Çünkü sorun zaten matbaa giderlerinden kaynaklanıyor. Yoksa geçimimi kendi olanaklarımla bir şekilde zaten karşılayabiliyorum.

Bu çağrım, belirli olanakları olan kişi ve kurumlar içindir. Benim durumumda olan düşük gelirli dost ve arkadaşlarımızın bütçelerini zorlayacak herhangi bir destek davranışında bulunmamalarını özellikle rica ediyorum. Onlar zaten kitaplarıma ulaşmak ve bizleri takip etmekle gerekli desteği hep sunuyorlar... Bu çağrıyla gerekli desteği bulsam da bulmasam da çerçevesini çizdiğim hedeflere ulaşmak için elimden geleni yapacağım. Bu yazıyı okuyan dostlardan ricam, kendi olanakları olmasa bile yazıyı olanak sahibi Kürt yurtseverlerine iletmeleridir. Çünkü herkes Kürdistan-Post’u okumayabiliyor.

Kürt dünyası artık eskisi gibi olanaksız ve yoksul bir dünya değil. Mir Bedirhan’ın torunu Celadet Bey’e kitaplarını ekmek parasına kiloyla sattıran çaresiz Kürt günleri mazide kaldı.

Biz şimdi çaresizliğin değil, yeniden doğuş ve yükselişin sancılarını yaşıyor ve yollarını tartışıyoruz.

Başaracağız.

Hepinize saygılarımı sunuyorum...

*****

Yeni çıkan kitaplarla birlikte, bende bulunan kitapların listesi aşağıdadır... Kitaplardan isteyen arkadaşların; bana, isim ve adreslerini bildiren bir email yazmaları yeterlidir.

Pusu........................................................10-€

Şervan.....................................................10-€

Van Gölü’nde Yılanlı Bir Günün Esrarı..........10-€

Geçmişin Gölgeleri..................................15-€

Son mektup..............................................15-€

Dönüşü Olmayan Yol...............................20-€


Eposta: bildiricihasan@hotmail.com

-------------

kaynak: http://www.kurdistan-post.com/

Hiç yorum yok: