23 Ekim 2009 Cuma

Yasa ve Yasallık…


Gün Zileli
zileligun@hotmail.com

Dün Zürih’in Kasama adlı, tüm devrimci gruplara açık ortak mekânında yapılan “Ekim Devrimi” toplantısında, benim dışımdaki iki konuşmacı, Mehmet Yımazer ve Mete Gönültaş arkadaşlar, Ekim Devrimi’den sonraki sürece fazla değinmeyip, bugünün sorunları üzerinde yoğunlaşmayı tercih ettiler. Ben ise, Şubat 1917 ile başlayıp Ekim 1917’de zirvesine varan büyük 1917 devriminin ve bu zirveden sonra, 1939’a kadarki süreçte devrimin yok edilişinin üzerinde durdum tamamen. Ne var ki, konuşmacılara tanınan 30 dakikalık süre içinde istediğim tüm konulara gereğince değinemedim. Hatta bazılarını atlamak zorunda kaldım. Üzerinde gereğince duramadığım konulardan biri de, devrim-yasallık ilişkisiydi.

Devrim, eski düzenin yasalarını tanımadığı gibi yeni düzenin yasalarına tabi olmayı da reddeder. Bu ne anlama gelir? Konuşmamda biraz değinme fırsatı buldum bu noktaya. Devrim, kararlar ve kararnamelerle gerçekleşmez. Artık eski düzen içinde yaşamak istemeyen kitlelerin ve bireylerin ceza ve ölüm korkusu sınırını aşarak topluca ileri atılması ve otoriteyi geçersiz kılmasıyla gerçekleşir. Düzeni toptan ve tamamen değiştirmeye karar veren kitleler ve bireyler yeni düzen içinde kurulan hükümetlerin (örneğin Rusya’da geçici hükümetler) kararlarını falan da beklemeden mülkiyet ilişkilerini ve hiyerarşik düzenlemeleri bilfiil değiştirmeye girişirler. Fabrikaları, toprakları ele geçirir, eğer askeri birimlerdeyseler üstlerinin emirlerini dinlemez ve fiilen emir komuta mekanizmasını işlemez hale getirirler. Rusya’da ve 1936 İspanya’sında devrim böyle gerçekleşmiştir.

Lenin, belki de bu fiili durumu teorize ettiğini düşünerek, “proletarya diktatörlüğü yasa tanımaz bir diktatörlüktür” demiş ve hayatının muhtemelen en hatalı cümlesini söylemiştir. Ekim 1917’den itibaren “proletarya diktatörlüğü”, proletaryanın değil, onun adına hüküm süren Bolşevik Partisi’nin iktidarı anlamına geliyordu. Bolşevik iktidarı, Lenin’in dediği gibi yasa tanımaz bir diktatörlük olarak, işçileri süngü zoruyla çalıştırdı; el koyma müfrezeleri aracılığıyla köylünün ürününe zorla el koydu; asker komitelerini lağvederek Kızıl Ordu’da eski Çarlık ordusu disiplinini teessüs etti; anarşistleri Çeka mahzenlerinde kurşuna dizdi; diğer sosyalist partileri yasa dışı ilan etti; basın ve toplanma özgürlüğünü ortadan kaldırdı; devrimin ideallerini savunan Kronstadt bahriyelilerini ezdi; Mahno’nun anarşist köylü çetelerini yenilgiye uğrattı; partide hizip yasağı getirerek monolitik bir parti oluşturmanın ilk adımını attı ve tek parti rejimini hakim kıldı.

Yeni sosyalist devlet böyle oluşturuldu. Bununla birlikte bu tek parti diktatörlüğünün bile bir yasallık zemini vardı. Bu, 10. Kongrede kabul edilen hizip yasağına rağmen, parti içinde muhalefet yürütme hakkıydı. Bunu tanıyan herhangi bir yasa yoktu ama yasalardan bağımsız olarak böyle bir yasallık fiilen oluşmuştu. Stalin’in, daha sonra Stalin-GPU-NKVD diktatörlüğü tarafından yasaklanan ve ortadan kaldırılan, muhalefetle mücadeleye ilişkin konuşmalarını okuduğumuz zaman bunu net bir şekilde görüyoruz. 1929’lerdeki Stalin, 1934’ten sonraki Stalin’le kıyaslanmayacak ölçüde demokratiktir. Troçkist ve daha sonra Buharinist muhalefetle mücadele eden Stalin, 10. Kongrede kabul edilen hizip yasağı kararına rağmen muhalefetin eleştiri ve var olma hakkını kabul etmektedir bu konuşmalarında. Nitekim, bu dönem parti merkezinin eleştirilerine maruz kalan ve yenilgiye uğrayan muhalefet (ki bunları rahatlıkla Bolşevik Partisi’nin elitleri, kaymak tabakası, eleştiri ve mücadeleden kaçınmayan ve Bolşevik Partisi’ne hayatiyetini veren entelektüelleri ve teorisyenleri olarak nitelendirebiliriz) o dönemde, 1934’ten sonra olduğu gibi ölüme gönderilmemiştir. Tek partili sosyalist yasallık rejimi altında bu muhalifler, parti merkezi tarafından özeleştiri yapmaya, partinin önünde diz çökmeye davet edilmiş, Troçki gibi boyun eğmeyenleri sürgüne gönderilmiş, özeleştiri yapanlar yeniden partiye alınmış, çaplarına uygun olmayan ve önemsiz de olsa bazı görevlere atanmışlardır. Hatta Buharin, 1934’ten sonraki terör döneminde bile, yargılanıp öldürüldüğü 1937 yılına kadar bu tür önemsiz görevlerde tutulmuş, 1936 Sovyet Anayasası’nın hazırlanmasında kendisine resmen görev verilmiştir.

Kirov’un GPU tarafından öldürülmesinden sonra (hiçbir zaman kanıtlanamamış olmakla birlikte kesin denecek bir durumdur bu) sosyalist yasallık tamamen ortadan kaldırılmış ve Lenin’in yasa tanımazlık tanımına bir de yasallık tanımaz eki yapmayı gerektirecek bir durum ortaya çıkmıştır. Artık Stalin-GPU-NKVD’nin yasa ve yasallık tanımaz diktatörlüğü söz konusuydu. Düzmece mahkemeler herhangi bir yasallık endişesiyle sahneye konmamıştır. İngilizcede, bu yargılamalar için kullanılan “show trial” deyimi durumu tam olarak anlatmaktadır. Bu yargılamalar, muhalifleri mahkemelerde itiraflara zorlayarak, tüm dünyaya, rejimin gerçekten de ne büyük bir “komplo”yla karşı karşıya bulunduğunu göstermek için düzenlenmiştir. Öldürme ve ortadan yok edilme, öylesine yoğun bir nüfusu kapsamaktadır ki (Stalin-GPU-NKVD bu dönemde, muhaliflerle birlikte, Stalinist bürokrasiyi aşağı yukarı %80 ölçüsünde fiziken yok etmiştir), böylesi büyük bir temizliği bir ölçüde mazur gösterecek bir “komplo”nun bizzat “failleri” tarafından itiraf edilmesi gerekiyordu. İşte Bolşevik elitin mahkemelerdeki konuşmaları buna hizmet edecekti. Yoksa rejimin artık yasallık diye hiçbir kaygısı kalmamıştı, işkence yapılabileceği (“olağanüstü yöntemler”) bile resmen karar altına alınmıştı. İnsanlar bir gece yarısı ortadan yok oluyor ve yakınları onların nerede olduğunu sormaya çekiniyordu. Zaten çoğunun yakın akrabaları da bir süre sonra içeri alınıp yok ediliyordu. Çok ilginçtir, Stalinist bürokrasinin mensubu Rodruzak gibi önde gelen isimlerin neredeyse hiçbiri bu “show trial”lere çıkartılmamış ve bunlar GPU mahzenlerinde katledilmiştir. Çünkü, birincisi, onların da bu “Troçkist-Buharinist Terör Çetesinin” mensubu oldukları iddiası hiç de inandırıcı olmayacaktı, ikincisi, bu insanlar Bolşevik elit kadar büyük bir moral çöküntüsü içinde olmadıklarından büyük ihtimalle itirafta bulunmayı kabul etmemişlerdi.

***
Hukuk okumadım ama izninizle bu alanda biraz ahkâm kesmek istiyorum. Kanımca yasa ile yasallık (hukuk) aynı şey değil. Yani kanun ile hukuk arasında bir ayrım yapmak şart. Buna zaten çok değinilmiş, kanun devleti ile hukuk devleti arasındaki farka vurgu yapılmıştır. Ben devlete kökten karşı olduğum için “hukuk devleti” diye bir tanıma da yabancıyım ama bir kısım anarşist gibi, devletsizlikle hukuksuzluğu birbirine karıştırmaya da hiç niyetim yok.

Eğer devletle birlikte yasallık ya da hukuk da yok olduysa hapı yuttuk demektir. Orada Lenin’in yasa tanımaz proletarya diktatörlüğünden de daha korkunç bir cehennemi diktatörlük rejimi hüküm sürecektir. Bu yüzden bir kere şu noktada netleşmeliyiz: Ceza, devlet ve yasanın ortadan kalkması asla yasallığın ya da hukukun ortadan anlamına gelmemelidir. Tersine, bunların ortadan kalkmasının, gerçek ve insani bir hukukun zorlamasızca benimsenmesi olduğu netleştirilmelidir.

Burjuva hukukunun objektif yasalarla işlemesi onun hem avantajı, hem de bir başka noktada dezavantajidır. Avantajıdır, çünkü yasaların objektif işlemesi insanlar için bir güvencedir. İdeolojimin şu ya da bulması ya da burjuvaziyi yıkmak niyetinde olmam ve bunu açıkça ilan etmem burjuva yasalarının bana da objektif bir şekilde uygulanmasını engellemez. Sen madem amarşistsin ve bizi yıkmak istiyorsun o halde bu yasadan yararlanamazsın denmez yani. Düşmanına karşı objektif bir yasallıkla yaklaşan burjuva düzeni bu yüzden uzun ömürlü olmuş, insanlar hiç değilse bu düzende yasal haklarım var diye düşünerek kapitalist sisteme karşı çok radikal direnişlere girmemişlerdir. En azından bugün durum budur ve bunda, burjuva yasalarının objektifliğinin yanı sıra geçmişte sosyalizm adına yapılan korkunç uygulamaların önemli bir rolü olduğunu düşünmek gerekir. Düşmanına bile nefes alma hakkı tanıyan bir sistem daha uzun ömürlü olur. Düşmanla savaşma adına dostlarını ve taraftarlarını bile ölüme gönderen bir rejimin 70 yıl yaşamış olması ise bir mucize olarak görülmelidir.

Burjuva hukukunun objektif işleyişinin dezavantajı ise, objektif olarak işleyen yasaların insanî özel durumları dikkate almak konusunda gösterdiği zaaftır. Örneğin bir insanın neden hırsızlık yaptığını çok az dikkate alır ve tartışır burjuva hukuku. Oysa aynı yasaya göre cezalandırılan insanların durumlarının, olayın özüne inildiği zaman hiç de benzer olmadığı görülebilecektir.

Devletsiz bir yasallık toplumu hayal etmek en güzeli bence. Devlet ve yasa olmayacak ama tam bir yasallık egemen olacak. Böyle bir yasallıkta ceza olmayacak, suçlama dahi olmayacak. Her özel durum dikkate alınacak, burjuva hukukunun tersine.

Olabilir mi böyle bir şey?

Olmayacak hiçbir şey yoktur. 1917 devriminde ayağa kalkmış insanların hiçbiri yaşamıyor bugün. Ama onlar büyük bir tarihi devrimi gerçekleştirdiler ve önümüze bir örnek koydular. Şimdi tarihin sisleri içinde belli belirsiz seçilebilen bu örneğe bakarak şunu neden söylemeyelim:

Yasayı bir kenara iterek ilerleme cesareti gösteren devrimler kurabilir ancak gerçek ve insanî bir yasallık toplumunu.

19 Ekim 2009

Hiç yorum yok: