27 Ocak 2010 Çarşamba

Halil Berktay Yazısına Zeyil


Gün Zileli
zileligun@hotmail.com

Tribünlerden korkarım. Lehte tezahürat yapan tribünlerden özellikle korkarım. Küçüklüğümde, bir gladyatör dövüşünün temsili resmini görmüştüm ve o çocuk yüreğim kanamıştı. Gladyatörlerden biri öbürünü yenmiş, ayağını yenilen gladyatörün boğazına dayamış ve başını tribünlere çevirmişti. Tribünlerin kararını bekliyordu. Tribünlerdekiler baş parmaklarını yukarı kaldırırsa kendisi gibi köle olan arkadaşını öldürmeyecekti. Eğer tribünlerdekiler baş parmaklarını aşağı çevirirlerse, kurbanını öldürecekti. Tribündeki bütün ellerin başparmakları aşağı dönüktü.

En korktuğum ise, “Özeleştiri tribünleri”dir. Eugenia Ginzburg, Kirov'un öldürülmesinden sonra Sovyetler Birliği'nde başlatılan, kurbanlarından biri olduğu günah çıkartma ayinlerini anlatır Anafora Doğru (Pencere Yayınları) adlı kitabında. Hem korkunç, hem de iğrençtir bu ayinler, Tribünlerdeki seyirciler bir yandan sıranın kendilerine gelmeyeceğini sanarak, bir yandan da sıranın kendilerine geleceği korkusuyla en gayretli manevi (aslında kurban partiden atılıp kısa süre sonra tutuklanacağından fiilen de) linçcilerdir.

On gün kadar önce yazdığım yazıda Halil Berktay'ın kendi geçmişini entelektüel bir dürüstlükle ele almadığını söylerken kastım asla günah çıkartmasını istemek değildi. Bu, eski arkadaşım Berktay'ı daha tutarlı olmaya davet etmeye yönelik bir girişimdi sadece. Ama gördüm ki, bu toplumda, özellikle siyasi arenada manevi lince (bugün koşullar bu kadarına izin verdiği için sadece manevi lince) yatkın çok sayıda insan var. En başta da Stalinciler ve ulusalcılar ki, zaten bu iki kesim bugün önemli ölçüde iç içe geçmiştir. Ulusalcıların önemli bir yekûnu Stalinisttir, Stalinistlerin oldukça önemli bir bölümü de ulusalcı.

Şimdi alalım şu Odatv denen “netpâre”yi (eski varakpârenin modern çağa uydurulmuş hali diyelim). Efendi adlı ırkçı bestselleri ile tanınan Soner Yalçın'ın yönetimindeki bu odak tipik gazeteci çarpıtmalarına başvurarak benim yazımı, rakibi olduğu Halil Berktay'ın ve onun yazdığı Taraf gazetesinin aleyhinde kullanmaya kalkmış. Özellikle internet ortamında, herkes çeşitli yazıları alıp amaçları doğrultusunda kullanabilir, bunu engellemek mümkün değildir. Ne var ki, dürüst bir tutum, eğer başlıkları ve ara başlıkları siz atmışsanız, bunu belirtmeyi gerektirir. Yoksa, bilmeyen insanlar başlıkları ve ara başlıkları yazarın attığını sanacaklardır doğal olarak. Hele hele bu başlık ve ara başlıklarda kasıtlı çarpıtmalar varsa durum daha da vahimdir. İşte örnekleri: “Yale'den Maocu olarak döndü”. Çok masum bir ara başlık gibi görünüyor, değil mi? Hiç de değil. Benim anlatmak istediğimin çok ötesinde bir ima var burada. Okuyucu şu şekilde şartlandırılmak isteniyor: Aslında Amerikan yetiştirmesi bir Maocuydu. Evet, kasıt kesinlikle bu ve daha baştan okuyucu bu yönde kanalize edilmek isteniyor. İkinci bir ara başlık: “Polis ifadesi”. Bu parafrafta benim anlattığım konunun esası Berktay'ın polis ifadesinin şu ya da bu olması değil, partinin Berktay konusundaki iki yüzlü tutumuyken, becerikli gazetecilerimiz okuyucunun dikkatini polis ifadesi meselesine kaydırmaya çalışıyor. Çarpıtmanın zirvesi ise şu ara başlık: “12 Eylül onu unuttu”. Halbuki ben hiç de böyle bir şey söylemiyorum ve Berktay'a böyle bir suçlama yöneltmek aklımın köşesinden bile geçmez. Yazım ortadadır, açılıp bakılsın. Ben orada, tam tersine, Halil'in takibata uğramadığı halde biz arananla uyumlu bir çalışma yürüttüğünü anlatıyorum. Bu engizisyoncu ya da Gestapocu ya da GPU'cu mantıkla 12 Eylül'de takibata uğramamış herkesi töhmet altında bırakabilirsiniz. Utanmazca polisiye çarpıtmalardır bunlar! Bir başka ara başlık: “Sovyetçi oldu”. Burada okuyucu pekâla benim anti-komünist bir suçlamada bulunduğumu düşünebilir. Oysa benim bu paragraftaki kastım tamamen farklıdır. Halil Berktay'ın Sovyetçi ya da şucu bucu olması değil, güçlü devletlerin otorite ve manevi desteğinden yararlanarak ideolojik hegemonya arayışı içinde olmasıdır. Sanırım OdaTV yöneticilerinin bilinç ve zekâ düzeyleri böylesi incelikleri kavrayacak düzeyde de değil. Başka bir ara başlık: “Oral Çalışlar'la kavgası.” Tamamen uydurma. Ben böyle bir şey anlatmıyorum. Tersine, Halil'le Oral'ın genelde aynı çizgide olduğunu söylüyorum. Ve sonuncu ara başlık: “Siyasetten kopmuştu”. Burada da Stalinvari bir suçlama havası var. Oysa ben yazımda Halil'in siyasetten kopmasını hiç de olumsuz bir şeymiş gibi vermiyorum. Dikkatli okuyucu bunları görmüştür muhakkak ama sayıları o kadar az ki.

Şimdi, bu çapıtmacılara söyleyeceğim son bir söz kaldı: Halil Berktay'ı ve sizi kıyaslayarak ele alacak olursam, Berktay'ı sizden yüz kere daha olumlu görürüm. Halil Berktay'ın burjuva liberalizmine doğru aldığı yol, sizin ırkçılığa ve nasyonal sosyalizme doğru katettiğiniz yolun yirmide biridir ancak. Halil Berktay'ı ve Taraf gazetesini hâlâ devrim ve özgürlük ufuklarında görebiliyorum ki, onları eleştiriye layık buluyorum. Hele o “efendi” ve “sabetaycılık” zırvalamalarınızdan sonra sizinle hiçbir ortak tartışma zemininin bile kalmadığını gördüğümden neredeyse eleştiriye bile değmeyeceğinizi düşünüyorum. Taraf gazetesinin çığırtkanlıkları, sorumsuz yayıncılık çizgisi ne olursa olsun, bu gazeteyi bir bütün olarak ulusalcı sayıklamalardan çok daha üstün tutarım. Tabii ki durumun böyle olması liberalizmle bir ateşkes yapılması anlamına gelmemelidir.

Gerçek bir toplumsal devrimden yana olanlar iki cephede birden mücadele etme sanatını öğrenmek durumundadırlar. Devrimcilerin, hem liberalizmle, hem de her türlü ulusalcılıkla arasına net bir çizgi çekip bu ikisinden de bağımsız üçüncü bir mihrak, üçüncü bir cephe oluşturmaları zorunludur.

Hiç yorum yok: