9 Nisan 2010 Cuma

BAYRAK PROVAKASYONLARI

”Bu satırları yazdığım sıralarda “Kürtler, Rojtv Ve PKK” başlıklı yazımdan dolayı Tunceli Emek Gazetesi Sahibi Dilek Karakoyun Tunceli Cumhuriyet Savcılığınca hakkında açılan soruşturma kapsamında sınavları nedeniyle bulunduğu Isparta’da Terörle Mücadele Şubesine çağrılarak ifadesinin alındığını üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Ayrıca, adı geçen savcılığın bu kapsamda benim ifadelerime de baş vuracakları yönünde de bilgi edinmiştir. Sevgili Dilek’e geçmiş olsun dileklerimi sunar, moralini bozmamasını, sınavlarında başarılı oması halinde beni çok sevindirecektir. Gerek savcılık ve gerekse mahkeme safhalarında üzerime düşen bir sorumluluk var ise, yerine getireceğimi, bedel ödemem gerekirse bu bedeli ödemeye hazır olduğumu söyleyebilirim.”




Mustafa Elveren – Em. Öğrt.
mustafaelveren@gmail.com

Bu güne kadar tüm protesto yürüyüşlerinde, kimi zaman bir maç karşılamasında, bazen asker uğurlamasında ya da bir düğünde, hatta kedi-köpek yarışmalarında bile Türk Bayrağı hep öne çıkartıldı. O nedenle Türkiye’de başta Mersin olmak üzere, bir çok il, ilçe ve beldede bayrak provakasyonları yaşandı. Bu provakasyonlar hep PKK bahane edilerek yapılmıştır.

Öyle bir ortam yaratıldı ki, provakatörlerin işi çok kolaylaştırılmıştır. Çok basit bir yönlendirmeyle kendini bilmez bir-iki cahil veya küçük yaştaki çocuklara bayrak yaktırabiliyorlar. Ya da herhangi bir Atatürk büstüne saldırıyı çok rahatlıkla yaptırabiliyorlar. Hatta, birkaç kuruş karşılığında kahvede oturan maganda tipli iki kişinin eline silah verip, DTP şimdiki adıyla BDP konvoylarında halkın üzerine ateş ettirebiliyorlar. Hem devletin ve hem de örgütlerin içinde uzantılarının olduğu anlaşılmaktadır.

Öyle güçlü bir lobi oluşturmuşlar ki, önce “fısıltı gazetesi”ni devreye sokup, hayali bayrak yaktırıyorlar. Ardından da “Ezan susmaz, bayrak inmez”, “Kahrolsun ….” naralarıyla Kürtleri linç etmeye kalkışıyorlar.

İşte bunun en son örneği İzmir’in Tire İlçesi’nde yaşandı. Basındaki haberin özeti şöyleydi; Şehit Albay İbrahim Karaoğlanoğu Lisesi öğrenci pansiyonunda kalan üç-beş kürt öğrenciyi 50-60 kişilik bir grupla linç etmeye kalkıştılar. Pansiyonda kalan üç kürt öğrencinin “PKK’nin sempatizanı oldukları, Türk Bayrağı’nı yaktıkları” şeklinde önce propagandasını yaptılar ve ardından da linç etme girişiminde bulundular.

Daha yeni yaşanan bu olay üzerinde devlet yetkililerinin bir kez daha düşünmeleri gerekir. Çünkü, provakatörler Devlet’in içindeki uzantıları olmadan tek başına bu olayları gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Bu uzantılardan güç alan ve durumdan vazife çıkaran “vatan kurtaran Şaban”ların bu tür hareketleri Türkiye’nin bölünmesine çanak tutmaktadır.

Yaşanan bu olaylardan da anlaşılacağı üzere, AKParti Hükümeti’nin “Milli Birlik Çözüm Projesi”nin ne kadar gayriciddi olduğu ortaya çıkmıştır.

Diğer taraftan ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında da bir bayrak polemiği yaşandı. Barış ve Demokrasi Partisi milletvekillerine karşı AKParti Hükümeti’nin “pis bıyıklı” eski bir bakanı tarafından “’Bu Bayrak bizim bayrağımızdır’ demelerini istiyorum” gibi baskıcı bir tutum ortaya koymaktadır. Tıpkı Güneri Cıvaoğlu’nun dönemin DEP Genel Başkanı Hatip Dicle’ye “Kınıyor musunuz” türündeki tuzak sorular gibi.

AKParti Hükümeti’nin “pis bıyıklı” eski bakanının o sözleri bana vefat etmiş olan MHP’nin eski milletvekillerinden Mehmet Gül’ü hatırlattı. O tarihlerde kanser hastası olan Mehmet Gül bir çok Tv. Kanalının ‘Haber-tartışma” proğramlarında bu “pis bıyıklı” eski bakanın söylediğinin aynısını yapıyordu. Ancak, ölümcül hastalığının son günlerinde hiç beklenmeyen olumlu bir çıkış yaptı. Mehmet Gül’ün o günlerde Vatan Gazetesi’nde yayınlanan bir röportajında şu cümleleri dikkat çekiciydi; “Dağda ölen PKK’lılar da öldükleri andan itibaren bizim şehidimiz. Atatürk nasıl ki Çanakkale’de savaşırken ölen Anzaklar’ın anneleri geldiği zaman, ‘Artık onlar bizim de evlatlarımızdır’ diyor. Onun gibi PKK’lıların anne babaları da bizim vatandaşımız...” Mehmet Gül’ün bu sözleri üzerine, birçok milliyetçi- ülkücü ve kendilerini “Türk Solu” olarak lanse eden ucube tarafından hakarete varacak derecede sert bir şekilde eleştirmişlerdi.

Ne yazık ki, öldükten sonra birbirimizi anlayabiliyoruz. Yine birçok aydının ve önderlerin ölümünden sonra değeri anlaşılabiliyor. Tıpkı Pir Sultan, Seyit Rıza, Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Mazlum Doğan, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya … gibi. Hepsinin isimlerini yazmak bu sayfalara sığmaz. Sadece sembol niteliğinde birkaç değeri sıraladım.

Birlikte yaşama kültürünü geliştirmek için gerçekçi yeni projeler üretmeliyiz. Yoksa, sadece kendine ve yandaşlarına demokrat olan AKParti Hükümeti’nden çözüm beklemek saflık olur. Çünkü, her gün yenileri eklenen baskıcı icraatlarına tanık olmaktayız. Doktor Müslim Doğan’ın, İnşaat Teknisyeni Derya Tokacar’ın ve onlarca memurun Alevi inancından dolayı ya işine son veriliyor ya da sürgüne tabi tutuluyorlar. Bu arada Doktor Müslim Doğan’ın hak aramadaki tüm hukuki yolları kullanmaya devam ettiğini ve baskıya karşı direnmesiyle örnek bir duruş gösterdiğini memnuniyetle öğrenmiş bulunmaktayım.

Eğitim-Sen’deki mücadele arkadaşım, meslektaşım, halen BDP’nin Dersim-Tunceli Milletvekili olan Sayın Şerafettin Halis’ın TBMM’de bu konuda verdiği soru önergelerini takdirle karşılıyorum.

"sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" Nazım Hikmet’in bu dizeleri günümüzde de geçerliliğini ve önemini korumaktadır. Bazen Sayın Başbakan da bu ve benzer sözler kullandığını görüyoruz. Ancak, Başbakan samimiyetten uzak ve sadece siyasi rant amaçlı olarak bu sözleri kullandığını artık biliyoruz.

“Yaşamak direnmektir” söylemi hepimiz için hatta tüm canlılar için geçerli olduğunu düşünüyorum. O nedenle, her türlü provakasyona, baskıya ve “ötekileştirme”ye karşı direnerek, gerektiğinde bedel ödeyerek mücadele etmek gerekir.

---------
NOT: Bu satırları yazdığım sıralarda “Kürtler, Rojtv Ve PKK” başlıklı yazımdan dolayı Tunceli Emek Gazetesi Sahibi Dilek Karakoyun Tunceli Cumhuriyet Savcılığınca hakkında açılan soruşturma kapsamında sınavları nedeniyle bulunduğu Isparta’da Terörle Mücadele Şubesine çağrılarak ifadesinin alındığını üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayım. Ayrıca, adı geçen savcılığın bu kapsamda benim ifadelerime de baş vuracakları yönünde de bilgi edinmiştir. Sevgili Dilek’e geçmiş olsun dileklerimi sunar, moralini bozmamasını, sınavlarında başarılı oması halinde beni çok sevindirecektir. Gerek savcılık ve gerekse mahkeme safhalarında üzerime düşen bir sorumluluk var ise, yerine getireceğimi, bedel ödemem gerekirse bu bedeli ödemeye hazır olduğumu söyleyebilirim.


Hiç yorum yok: