20 Şubat 2010 Cumartesi

OYUNA DAVET…


HAYKIRIŞ (KADIN GİBİ KADIN) − Oyun Tek Perde

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü etkinlikleri kapsamında

28 Şubat’ta Mersin
’de,

7 Mart’ta Adana’da sahneye konulacak oyuna davet.

* * * * * *

GÜNEY SANAT TOPLULUĞU (0322 352 95 20)
AYNA TUTANLAR TİYATROSU
http://www.gst.guneydergisi.com/

HAYKIRIŞ (KADIN GİBİ KADIN) − Oyun Tek Perde

Yazan : Adil Okay

Yönetmen: Burcu Yılmaz

Oyuncular: Burcu Yılmaz, Esra Yılmaz, Fatma Yaldızoğlu, Mehtap Yanık, Miray Zöhre, Zeynep Tutuk.

MERSİN: 28 Şubat 2010 Pazar Saat: 19.00 AKDENİZ BELEDİYESİ TİYATRO SALONU

ADANA: 7 Mart 2010 Pazar Saat: 16.00 ve 18.00 (İki Seans) KAKTÜS SANAT MERKEZİ (0322 459 91 59)

* * * * * *

Adil Okay
(adilokay@hotmail.fr

KADIN GİBİ KADIN− HAYKIRIŞ: OYUN TEK PERDE

Oyuna verdiğim ad (Kadın Gibi Kadın− Haykırış!) bir sloganı çağrıştırıyor olabilir. Ben bu ifadeye, içinde itirazın olduğu bir metafor diyorum. Neye itiraz? Öncelikle ‘Adam gibi adam’, deyişine ve bu deyişin arka planında yatan erkek egemen dile ve dünyaya itiraz. İşte bu dünyanın yargılanmasına oyunun adıyla başlamak ve oyun içerisinde izleyiciye, okuyucuya başka bir dünyanın, başka bir dilin, başka bir ilişkiler ağının mümkün olabileceğini göstermek istedim. Kimi zaman aykırı gibi duran bir cümle−sözcük, içinde dolaylı sezilebilen sembolleri, kodları taşıyabiliyor ve onlarca sayfa betimlemenin yapamadığı etkiyi –iyi veya kötü− yapabiliyor.

Metni yazarken oyunda erkek oyuncuya yer vermemem, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesini yalnız yürütmeleri gerektiğine inandığım anlamı çıkmamalıdır. “Elbette ‘adına ister ‘demokratikleşme’ denilsin, ister ‘sosyal haklar’, ister ‘kadın hakları’ ya da ‘toplumsal devrim’, ezilen−sömürülenler lehine biçimlenecek her durum, onların örgütlü güç ve mücadelelerine bağlıdır…”[i] Kadınlar, kendilerine kötülük yapan erkeklere, bu erkeklerin mikro ve makro iktidarlarına karşı mücadele ederken, ‘özgürlüğü erkekleşme’ ya da ‘bireysel özgürlük’ sanma yanlışlığına da düşebilmektedirler. Bu dünya, erkek egemen mantıkla iktidar olan kadınları da gördü. Erkek iktidar taşıyıcıları olan Margaret Teacher’leri, Tansu Çiller’leri de gördü. Kadınlar, ellerine geçen erki, erkek gibi kullanan bu tiranlar sayesinde değil, ancak kendi örgütlü mücadeleleri sonucu belli haklar elde ettiler. Kimi zaman yalnız, kimi zaman erkeklerle birlikte kurtuluşu düşlediler ve bu yolda kâh yalnız, kâh elele yürüdüler. “Erkeklerin, binlerce yıllık iktidarın (“ataerki”) kendilerine sağladığı konforlardan kendiliğinden vazgeçmesi beklenmemeli. Çünkü iktidar, yalnızca devlet düzleminde gerçekleşen makro ölçekli bir görüngü değildir; iktidar ilişkileri gündelik yaşamımızın kılcal damarlarına sinmiştir. Onları içselleştirdiğimiz için, farkına varmayız çoğunlukla.”[ii]

Ancak buradan karamsar olduğum ve bu karamsarlığın oyuna yansıdığı sonucu çıkmamalı. Tersine, mücadele sonucu elde edilen kazanımların az olmadığı kanısındayım. Oyunda ataerkinin kimi zaman töre adı altında, kimi zaman gelenek − görenek adı altında uygulaya geldiği zulmü teşhir edilirken, aynı zamanda erkek gibi düşünen ve yaşayan kadınlara da dikkat çekilmektedir. Kimi zaman asıl düşüncelerini gizleyen, modern, çağdaş, ilerici görünen ama yaşam biçimleriyle, önemli bir olayda koydukları tavırla ‘erkek’ zorbalığını, iktidarlarını besleyen kadınlar. Oyunda bunu da sorgulamaya çalıştım. Ve büyük olasılıkla, oyunu izlemeye gelecek olan bu kadınları da sarsmayı hedefledim. ‘Valizini karısına hazırlatan erkek ‘faşist’ sayılır mı’ adlı kitabımdan alıp, oyunda kullandığım bir replik bu konuya şöyle değiniyor:

“Öteki dünyanın kadınları flört edebiliyor ve diğer dünyevi hazları alabiliyorlar. Ama hemcinslerinin çektikleri acıları, erkek egemenliğinin kurbanlarını görmezlikten geliyorlar. ‘Namus belden aşağı değildir’, diye ezberlenmiş sözcüklerle konuşan bu kadınların ‘beyin namusu’ nerede. Güldünya’lara, Kadriye’lere kıyılırken neden ses çıkarmazlar. Bu konuda tavır almayan, ‘toplumun değer yargılarına saygı’ adı altında ikiyüzlü bir hayat süren kadınlar, ilerici olamazlar. Kadınlar birbirlerini ‘namus özürlü’ ya da ‘gerici−çağdışı’ diye suçlayacaklarına neden dayanışma içerisinde olmazlar…”[iii] Ve cevap bekleyen, kimi zaman da cevabı içinde olan diğer sorular…

Oyunda yer alan tüm olay ve kişiler gerçektir. (AYŞENUR ŞİMŞEK, BEHİCE BORAN, BERNA SAYGILI ÜNSAL, CANAN KULAKSIZ, DİDAR ŞENSOY, DİLEK İNCE, GÜLDÜNYA TÖREN, HAYGANUŞ MARK, LÜTFİYE KAÇAR, MİNE BADEMCİ, NACİYE ATMACA, ZEHRA KULAKSIZ ve diğerleri.) Gerçeklerden yola çıkıp yorum yapmaya ve olayları yeniden sorgulamaya çalıştım. Kimi zaman kanıksanan ilişkilerin, davranış biçimlerinin aslında gündelik hayatta kadınlar için bitmek tükenmek bilmeyen bir işkence makinesi olduğunu göstermeye çalıştım.

Oyun ilk bakışta bir ‘okuma tiyatrosu’ olarak görülebilir. Ya da birçok solo ve korodan oluşan, olayları harmanlayan bir sözel oratoryo. Oyunda gerçek yaşam öykülerinden oluşan bölümler arasına, ‘kahramanların’ yanı sıra tanıkların söylediği kısa lirik cümlecikler – replikler serpiştirmeye çalıştım. Bunları yaparken, yazarken çok fazla didaktik olmamaya özen gösterdim. Zira herkesin bildiği gibi, kuru ajitatif bildiriler, sloganlar sanatın yarattığı etkiyi yaratamıyor. Ancak gösterdiğim bu özene rağmen okuyucu−izleyici yer yer sloganla ve didaktik repliklerle karşılaşacaktır. Tekrar hatırlatmakta yarar var: Bu oyun ‘politik bir tiyatro’ olarak tasarlanmış bir derlemedir.

Sanat, her gün yaşadığımız ya da ötekilerin yaşadığı, bizim de tanık olduğumuz gerçekliğin, kimi zaman değiştirilip dönüştürülerek, bize yeniden yeniden sunulmasıdır. Tiyatro oyunlarında sadece metnin başarılı olması yetmiyor. Metindeki öz ve biçim diyalektiği, estetik düzey, oyun sahneye konulduğu an daha iyiye ya da daha kötüye doğru değişebiliyor. Bu anlamda tiyatro oyunlarında yazar ve yönetmen seyirciyi de –tabi popülizmin tuzağına düşmeden− düşünmek zorundadır.

Oyuna yeni karakterler eklenebilir. Eklemem için öneride bulunulabilir. Doğaldır ki dünyada erkek egemenliğine, zorba iktidarlara karşı savaşmış, bu uğurda bedel ödemiş, hayatını kaybetmiş sayılamayacak kadar çok kadın kahraman vardır. Kimi törelere karşı geldiği için, kimi cinsel seçimi nedeniyle, kimi de sınıfsız, sınırsız bir dünya mücadelesinde, özgürlük ve eşitlik kavgasında katledilmiştir.

Hepsini saygıyla anıyorum...

* * * * * *

http://www.adilokay.com/

http://www.adilokay.com/haber_detay.asp?haberID=203

-----------------------------

[i] Sibel Özbudun. Kadın Cesetlerini Saymak.“Liberalizm/ Muhafazakârlık Kıskacında Kadın”. Kaldıraç Yayınevi.2009.

[ii] A.g.e.

[iii] Adil Okay. Valizini karısına hazırlatan erkek ‘faşist’ sayılır mı? Yoğunluk yayınları. Ankara.2009.

Hiç yorum yok: